Türkiye’de Pozitivist-Jakoben Bazı “Şımartılmış ‘Meslek’ ve ‘Sivil Toplum’ Kurumlarının Zihniyeti” ve “İslam’ın Tevhidi Temel Ölçüleri”
Bu Ramazan ayının ilk Cuma hutbesinde Diyanet İşleri Başkanı Sayın Ali Erbaş’ın zina ve eşcinsellikle ilgili İslami hakikati içeren beyanları, maalesef Türkiye’de bazı kamu kurumu niteliğine haiz Meslek kuruluşu olan Barolar ve Sivil Toplum Kuruluşlarınca tepki ile karşılanmıştır. Prof. Dr. Erbaş verdiği hutbede “Ey insanlar İslam, zinayı en büyük haramlardan kabul ediyor. Lutiliği, eşcinselliği lanetliyor. Nedir bunun hikmeti? Hastalıkları beraberinde getirmesi ve nesli çürütmesidir bunun hikmeti. Yılda yüz binlerce insan gayrimeşru ve nikahsız hayatın İslami literatürdeki ismi zina olan bu büyük haramın sebep olduğu HIV virüsüne maruz kalıyor. Geliniz bu tür kötülüklerden insanları korumak için birlikte mücadele edelim” ifadelerini kullanarak İslam’ın bu konudaki bakış açısını ilgili ayet üzerinden açık, net bir ifade ile belirtmiştir. Bu bağlamda Sayın Diyanet İşleri Başkanımız Prof. Dr. Ali Erbaş’ın bu hakikati açık bir dille beyan etmesinden dolayı toplum nezdinde kabul görmüştür, destek bulmuştur. Bizde bu ilahi hakikati açık ve net bir şekilde ortaya koyan ifadelerinden dolayı Sayın Başkan’a teşekkürlerimizi belirtiriz.
Modern(!) Batı, özellikle 19. yüzyıldan bu yana materyalist pagan düşünce etrafında şekillendirilen; pozitivizm, oryantalizm, jakobenist dikta yöntem anlayışları çerçevesinde Türkiye’de İslam’a, hem içerdeki ve hem de dışardaki paganist bir kısım yazar, çizer sözde aydın kesimince ve kimi meslek kuruluşları olan ‘Barolar’ ve ‘STK’lar ile daima saldırı içinde bulunmuştur.
19.yüzyılda Fransa’da ortaya çıkan pozitivizm en kısa ifade ile sadece duyu organlarımızın gördüğü şeyleri, “bilimsellik” olarak kabul eder. Dolayısıyla modern Batı bu değerlendirmeyi bir “gerçeklik” olarak anlamlandırır. Buna göre de pozitivizm, duyu organlarımızın görmediği hiçbir şeyi, “bilimsel bilgi” ya da “bilimsellik” olarak görmemektedir. Esasında bu durumu; “gördüğün vardır görmediğin yoktur” anlayışı çerçevesinde en kestirme bir ifade ile izah etmek mümkündür. Böylece pozitivizme göre insanın çıplak gözü, Allah’ı görmediğinden dolayı şu hükme ulaşır: “Görmediğin şey de “yok” tur. Bu anlayışa göre modern bilim düşüncesi, insanın Allah’ı çıplak gözleri ile göremediğinden dolayı “-haşa- Allah Yoktur” anlayışını, 19. yüzyıldan sonra sistemleşen modern bilim anlayışının merkezine oturtmuştur. Bu yönüyle modern bilim düşüncenin ve bilgini kaynağına Allah’ı değil de salt aklı oturtmuş olduğundan aklın paganlaştırılmasına dayalı bir bilim anlayışına sahiptir. Bu noktadan hareketle modern bilim düşüncesinin ve yönteminin üretmiş olduğu bilim dalları örneğin; siyaset bilimi ve onun siyasal anlayışı, ekonomi bilimi ve onun ekonomi anlayışını, sosyoloji bilimini ve onun toplum anlayışını, eğitim bilimini ve onun eğitim anlayışını, hukuk bilimini ve onun hukuk anlayışını vs. gibi sosyal bilimler üzerinden örneklendirdiğimiz esasında tüm bilim dallarını (fen-sağlık, mühendislik ve pozitif bilimler), bu “görmediğin yoktur”luk çerçevesinde kurmuş olduğunu söyleyebiliriz. Bu bakış açısı modern Batı bilim geleneği, İslam’a göre bir paganizmi ve paganist (salt akılcılıktan dolayı) bilim anlayışını içermekte olduğunu öncelikle bilmek gerekmektedir. Buna göre modern bilimler bağlamında günümüzde dünyada aktif olarak eğitim evren üniversitelere bakıldığında bu anlayışa, göre eğitim veren aydın yetiştiren örneğin; ABD, İngiltere, Fransa, Almanya ve Türkiye‘deki üniversitelerin buna yapılandırıldığını, yöntemleştirildiğini ve sistemleştirildiğini görmekteyiz. Bu ülkeler başta olmak üzere Afrika, Asya ve diğer bölgelerdeki üniversitelerin tamamına yakınında da hep bu ana damar (pagan pozitivist) anlayışa göre, her bir bilim dalının içinin örülmüş olduğu söylenebilir. Yani “gördüğün vardır görmediğin yoktur” salt akılcılığı üzerinden (pozitivizm); siyaset biliminin içini, sosyoloji biliminin içini, hukuk biliminin içini, ekonomi biliminin içini, eğitim biliminin içini vs. hep bu anlayışa göre inşa etmiştir. Yani tüm bu bilim dalları salt akılcılık üzerinden kurulmuş olduğu anlaşıldığından, bütün bu bilim dalları İslam’a göre paganizm içermektedir. Dolayısıyla modern bilime yön veren pagan pozitivist düşünce, tüm bilim dalları üzerinden “üniversite” kurumsal yapısı vasıtasıyla, yaklaşık son iki yüzyıldır bütün toplumların aydınlarını, yazar, çizer takımlarını aydınlarının, bürokrat ve teknokratlarının ve STK’ların, kamu kurumu niteliğine haiz kuruluşların (örneğin ‘Baro’ların) ve meslek odalarının yöneticilerinin önemli bir kesiminin düşünce anlayışlarına yön vermiştir. Böylece pozitivizm merkezli Batı, tüm toplumları “Bilgi–Düşünce Yöntemi–Üniversite” etkileşimi ile ördüğü “gördüğün vardır görmediğin yoktur” anlayışını doğallaştırarak/tabiileştirerek, bütün toplumların düşünce yöntemini çeşitli tonlamalarda materyalistleştirerek, onları modern paganizmin içine sokmuştur. Hele hele bu etkinin dozunu Türkiye’de, en yüksek seviyede tutmaya çalışmıştır. Bunu da içerdeki işbirlikçi özneler vasıtasıyla (kimi STK, kimi barolar, kimi aydın-yazar-çizer takımları) ve dışardan etki şeklinde iki yol üzerinden sağlamıştır. Türkiye için özel doz artırımının asıl nedenin ise Türkiye’nin/Müslüman Türk milletinin 10. yüzyıldan 19. yüzyıla kadar Batı düşünce anlayışına ve siyasal yapısına İslam adına hükmetmesinden kaynaklanmaktadır. Bundan dolayı Müslüman Türkler, İlay-ı Kelimetullah ve tevhit davası üzerinden Modern Batı’nın bu pozitivist düşüncenin kökleri, esasında 18. yüzyıldaki aydınlanma ve daha öncesinde de paganlaştırılmış, şirke sokulmuş Hıristiyan materyalizmi ile başta Anadolu’da ve diğer yerlerde, bin yıldır mücadele etmiştir ve onu bu (Anadolu) topraklarda etkisizleştirmiştir. Ayrıca da Avrupa’ya girmiştir. Böylece toplamda İslam medeniyetinin 7. yüzyıldan 19. yüzyıla kadar yaklaşık 1200 yıllık sürede bu pagan anlayışa, dünya üzerinde hâkimiyet kurduğu üç kıtada “dur” demiştir. Bundan dolayı modern Batı medeniyetinde bu duruma karşı derin bir kin ve öfke oluşmuştur. Bu kin ve öfke ise hala devam etmektedir.
Pozitivist Paganizm İçerikli “Jakobenizm” ve Siyasal Düşüncesinin Kimi Kurum/ların Davranışlarına Yansıması
Bu noktada siyaset bilimi içerisinde daha çok ele alınan jakobenizm konusunu bu bağlamda incelediğimizde onu yani “jakobenizm”i; halka zorla (dikte) benimsetilmek istenen düşüncenin üretmiş olduğu politik bir akım olarak ifade edebiliriz. Bu yönüyle özellikle pozitivist liberal–kapitalist yapının sistemleştiği modern dönemde yani özgürlük ve demokratik yapıların hâkim olduğu modern Avrupa’da üç tür jakobenizmi görüyoruz. Bunlar demokrasi siyasal yapısı içinde yer alan;
İngiliz Jakobenizmi (diktacılığı),
Fransız Jakobenizmi (diktacılığı),
Alman Jakobenizm (diktacılığı)dir. Bu her üç toplum yapısında da demokrasi zemininde jakobenizmin yerleştirildiği görülür. Dışardan demokrasi merkezli siyasal yapılar görünümlü ama içine girildiğinde ise pagan jakoben yapının hakimiyeti oluşmuştur bu yapılarda. Buna göre modern İngiltere’de jakobenizm (diktacılık/tepeden inmeci baskıcılık), “demokrasi-kapitalizm” ilişkisinin kurulmasına odaklanır. Yani liberal demokrasi vasıtasıyla kapitalizmin (eşitsizliğin/gelir dağılımı bozukluğun) gelişmesi için jakobenizm (diktacılık) bir araç olarak kullanılır. Yani İngiliz jakobenizmi; “demokrasi, liberal–kapitalist girişimci ve ekonominin bütünleşmesinin sağlanması için siyasal düzlemde jakobenizmi kullanarak bu yapıyı sağlamıştır. Alman Jakobenizmi ise faşizme ve otoriter siyasal düzenin kurulmasında devlete bağlı girişimcilerin oluşturulması üzerine kurulmuş bir içeriğe sahiptir.
Türkiye’nin de 19.yüzyıldan bu yana pozitivist sosyal düşünce yapı yöntemini benimsediği Fransa’nın jakobenlik anlayışı ise sivil toplum elitlerinin kendi ideolojilerini yönetebilmeleri için devletin yardım ve himayesinde kendilerini geliştirmek üzere kurgulanmıştır. Buna göre Fransız jakobenizmi, “sivil toplum kuruluşu – devlet ideolojisi” işbirliğine dayalı liberal –girişimciliğin hakimiyetini geliştiren bir çerçeveye oturur. Bu ise sivil toplum kurumu ile pozitivist devletin “ulusal birlik” kavramı etrafındaki işbirliğini sağlayan bir jakobenizm türünü içermektedir (Vergin 2006:180-185). Bu yönüyle Fransız jakobenizminde sivil toplum kuruluşları ve pozitivist devletin işbirliği; demokrasi, özgürlük , bireysel haklar gibi sözde kavramlar üzerinden oluşarak, Fransa’da pagan pozitivist devlet yapısına bağlı, onunla işbirliği içerisinde olan bir sivil toplum kuruluşu ilişkisi mevcuttur. Bütün bu açıklamalara göre modern Batı (İngiltere, Fransa, Almanya ve sonrasında ABD); liberal “özgürlük”, “ gördüğün vardır görmediğin yokturcu bilimsel düşünce” ve “demokrasi” gibi güzellemeler çerçevesinde, demokrasi görünümlü oligarşik jakobenizmin liberal-kapitalist girişimcinin üst akıl hakimiyetine hizmet etmektedir. Buna göre girişimci üst aklın zulüm, adaletsizlik, baskıcı bir faşizmi içeren eylemlerinin hakimiyete ulaşmasında, günümüz itibariyle gelişen demokrasi bağlamında kimi sivil toplum kuruluşlarının/kamu niteliğine haiz kuruluşların/odaların da bunda hizmetçi rolünün bulunduğu açıkça görülmektedir.
Türkiye’nin de bu noktada modern devlet ve pozitivist düşünce geleneğine bağlı düşünce yapısı ile Fransız Jakobenist anlayışın uygulama alanına açık bir modernleşmeci siyasal yapı takipçiliği içinde bulunmuştur/bulunmaktadır. Bundan dolayı modern Türkiye devleti; pozitivist, seküler değerlere bağlı, laikçi görünümlü ama laisist jakoben uygulama içerisinde bulunan kimi sivil toplum kuruluşları ve meslek kurumları ile doğrudan yada dolaylı bir şekilde, bu pozitivist-jakoben sistemsel ilişkinin doğasına bağlı olarak karşılıklı bir etkileşim içinde bulunmaktadır. Bir şekilde de hala devam etmektedir. İşte Fransız pozitivist ulusal devletçilik anlayış ile Sivil toplum kuruluşlarının jakobenizm üzerinden işbirliği yapılanmasının işleyişini günümüzde Sayın Prof. Dr. Erbaşın İslam’da “zina haramdır, eşcinsellik lanetlenmiştir” ayet temelli hakikatine, bazı baroların ve bazı sivil toplum kuruluşlarının tepki göstermesinin arka planında bu pozitivist jakoben Fransız “ulusal birlikçi” devlet yapılanması-sivil toplum ilişki işleyişinin bir yansıması olarak görmek gerekmektedir. Bu sistemsel işleyişin yapısal kurulum sorununu İslam kültür ve zihniyeti bağlamında görmez/göremez iseniz, bu tip sapma davranışlara sahip çıkan kimi STK ve bazı kamu niteliğine haiz kuruluşların (örneğin ‘Baro’ların) özgürlük adına kendi ülkelerine yaptıkları zararı/ihanetin kurumsallaşmasını önlemede, siyasal sorumlu olarak/hükümet başarısız olunacağı da çok açıktır.
Pozitivist-Jakoben Modern Devlet Yapısının “Sözde Özgürlük”çülüğünün Modern Dönemdeki LGBT ‘ye Yol Açısı
İnsanlık tarihin çok eski dönemlerine kadar ki süreçte insan toplulukları içinde eşcinsellik çok çok küçük bir azınlık halinde buluna gelmiştir. Lut kavmi bu konuda en meşhur örneklerden birisidir. Eşcinselliğin çok yaygın olduğu Pompei ve Eski Yunan ise bir başka örneklerdir. Ancak Lut kavminin içinde varlıklı küçük bir azınlık bu eşcinsellik taraftarı iken toplumun çoğunluğunda bu özelliğin bulunmamasına rağmen bu çoğunluk, az sayıdaki eşcinsel kesime karşı tavır almadıkları için topyekün toplumun helak edilmesi, bu duruma bir örnektir. İslam Medeniyetinden kurulmasından yaklaşık bin yıl öncesinde pagan Milet okulunun kuruluşunu temel aldığımızda, Eski Yunan toplumu içinde buna yönelik iddialar mevcuttur. Lycurgus’un eşcinselliği yasalaştırması, hukukçu Solon’un da eşcinselliği düzenleyen pek çok yasa yapması, Aristotales’in pek çok öğrencisi ile aşk yaşamış olduğu çeşitli kaynaklarda ifade edilmektedir. Buna göre Eski Yunan eşcinsel sapkın bir toplum iken keza Roma’da da eşcinsel ilişkilerin hakim olduğu bir toplum yapısı olarak belirtilir.
Modern Batı medeniyetinin kök temellerini oluşturan Eski Yunan ve Roma üzerinden bu eşcinsellik sapkın gelenek, bir kültür olarak 19. yüzyılda modern Batı toplumunda daha bir yaygınlık kazanmıştır. Günümüzde modern toplumunda ise bu konu birkaç unsurun birleştirilmesiyle (lezbiyen, gay vd.) LGBT olarak ortaya sürülmüştür.
Sapkın LGBT hareketi bir özgürlük olarak sunulmuştur. Bu özgürlüğün liberal–kapitalizm anlayışının getirdiği “özgürlük” temasından hareketle oluşturulmuştur. Buna göre marjinal bir kesimin topluma sapkın davranışlarını “cinsel özgürlük” biçiminde dayatmasıyla esasında bu çabalarda, eşcinsellik sapkınlığına bir meşruiyet kazandırma mücadelesini görmekteyiz. Küresel medya da bu konuda köpürtme işlemi ile bu duruma bir zemin hazırlamaktadır. Oysa bütün zamanlarda bu işlem bir hak olarak değil de tam tersi bir sapkınlık ve kötülük olarak karşılanmıştır. İslam’ın bu konuda çok kesin bir tavrı vardır. İslam 7. yüzyıldan kıyamete kadar geçerli tek hakiki din olduğundan, hükümlerine de tüm insanlığın uyması emri bulunmaktadır. Bu konuda “kuşkusuz Allah katında din İslam’dır (Âli İmran 19). Bu din, son dindir. Bundan dolayı insanlığa bir yaşama tarzı sunan İslam, kıyamete kadarki tüm zamanlarda zinayı kötülüğe yol açtığı ve nesli bozduğu için haram kıldığı gibi eşcinselliği de lanetlediğini belirtiliyor. Buna göre Türkiye bir İslam ülkesidir. Türk-İslam medeniyeti mensupları olarak Selçuklular, Osmanlılar ve ardından gelen Türkiye, son bin yılda İslam karşıtları ile Anadolu merkezli siyasal yapısında, tevhit mücadelesini yapma geleneğine sahiptir. Ancak Türkiye 17 Şubat-4 Mart 1923’de 1. İzmir İktisat kongresi vasıtasıyla pozitivist modernleşme sistem tercihi ile modern devletin liberal–kapitalist oluşum dinamiklerinin araçları olan; liberal kapitalizmi, bilimizmi, jakobenliği, laisizmi içeren ana mantığı benimsemiştir. Bu noktada modern düşünce yöntemini kendisine aktaran bir ideolojik devlet yapılanması ile modern Türkiye’de, pozitivizme dayalı sapkın düşüncelerinde; “özgürlük”, “hak” ve “meşruiyet” gibi anlayışlara dayalı insan, aydın ve kimi kurumsal yapılanmaların oluşması da belirmiştir.
STK ve Baroların Pozitivistçi Şımartılmışlıklarının Türk Toplumsal Yapısının “Sistem İşleyişine” Nereden ve Nasıl Yerleştirilmiştir?
Öncelikle şunu belirtmek gerekmektedir: Türkiye’de pozitivist eksendeki bazı Sivil Toplum kuruluşlarının/bazı kamu niteliğine haiz meslek kuruluşların (Örneğin Barolar)/bazı meslek odalarının da Fransız jakobenizm işleyiş yönteminden istifade ederek, “devlet-sivil toplum” ideolojik eşgüdümlenmesi ile şımartılmış olduğu görülmektedir. Böylece modern Türk devletinin Fransız pozitivist düşünce yapılanmasına göre oluşturmuş olduğu “ulusal birlikçi” yapının pozitivist STK‘ları/meslek kuruluşları, devlet desteği ile kendilerine bir alanın açılması ile şımartılmış olduğu söylenebilir. Bu şımartılma başta kamu niteliğine haiz bir kurum olan Ankara Barosunun, Diyanet İşleri Başkanının “zina en büyük haram, lutilik lanetlenmiştir” ayet temelli açıklamalarına gösterdikleri tepkilerinin, eşcinsellik sapkınlık ilişkisini savunma konusunda ne denli şımartılmış olduklarını ortaya koymaktadır. Buna bir de ahlaki ve kültürel içerikli şımartılmayı da ilave edebiliriz. Bu ahlaki ve kültürel şımartılmayı da, verilen eğitim yöntemi ile gerçekleştirilerek böylece şımartılmanın sistemsel bütünlüğünün tamamlanması sağlanmış olmaktadır. Buna göre pozitivist jakobenlik yönetiminde; liberal hukuk bilimi, liberal siyaset bilimi, liberal eğitim bilimleri, liberal ekonomi bilimleri vs. üzerinden bu STK ve diğer kurumların yöneticilerinin zihinsel inşalarının da paganlaştırılması yönünde güçlendirilerek, bu yönde bilgi edinme, bilgi inşa etmelerinin imkanı da sağlanmış olmaktadır. Bu kesimlere yaptırılan tek taraflı oryantalist ve pozitivist temalı okumalar ile bu kesimin zihinsel yapı inşası de Allah’ın emirlerine, İslam’a ve Türk-İslam medeniyet değerlerine, O’nun kültür ve ahlak anlayışına açıktan karşı çıkılacak bir konuma gelmelerini sağlanmış olmaktadır. Buna kaynağı Türk-İslam kültür ve medeniyet anlayışı özüne sahip Türkiye’de bu kesimlere oryantalist ve pozitivist tek taraflı okumalara göre oluşturulan “bilgi inşası” ve “bilim” yapma işlevi, esasında en büyük ayrımcılığın bu topraklarda paganist içerikli “diploma” üzerinden oluşmasını sağlamış olmaktadır. Böylece modern devlet yapılanması içinde yer alan Fransız Jakobenizminin sivil toplum kuruluşlarına yönelik işleyişi, Türkiye’ye toplumsal yapı sisteminin içine yerleştirilmesi işlemi gerçekleştirilmiş olmaktadır. Buna göre de toplumsal yapı sistemi STK’ların, meslek kuruluşlarının materyalist/pagan eşgüdümlü zihniyeti ile sistemin bir unsuru konumuna gelmiş olmaları sağlanmaktadır. Bundan dolayı bu çalışmada söz konusu ettiğimiz pozitivist/pagan içerikli zihniyete göre oluşturulmuş kimi STK ve kimi kamu niteliğine haiz kurumların/odaların, Türkiye’de modernitenin sapkın konularının, eşcinselliğin, etnik ve mezhepselleşmeye yönelik suni ayrıştırılmanın tetikçileri olarak tüm bu konuların toplumda meşruiyet kazanması için mücadele verir konumuna gelmişlerdir/sokulmuşlardır/sokturulmuşlardır. Böylece modern Batılı devletlerin Türkiye üzerindeki düzen bozucu, yıkıcı, kaos ve kargaşa çıkarıcı emellerinin oluşmasına içerden en güçlü desteği vermiş olduklarını anlamak hiç de zor olmamaktadır.
Türkiye’de kimi STK’ların ve kamu niteliğine haiz kimi kuruluşların/kimi meslek odalarının, modernite-pozitivist paganizm üzerinden şımartılmış hallerinin olumsuz tavırları, Türkiye’nin İslam anlayışına zarar verebilmektedir. Buna ilaveten bu kesimlerin ortaya koyduğu yıpratıcı ictimai (sosyal) çözülmeyi hızlandırıcı fikirleri ile kamu oyu oluşturmaları bağlamında, toplumumuzda başka başka oluşan zararlara da (“ilmi“ tepki verilmediği takdir de) yol açmaktadırlar. Örneğin ;
– Karı ve koca için zina, Anayasa Mahkemesinin 13.3.1999 günlü, 23638 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmesiyle suç olmaktan çıkmış olması da bu konuda Türkiye’de zararlı bir sosyolojinin oluşmasına yol açmıştır.
– Yine liberal-kapitalist küresel üst aklın dünya düzeyinde cinsiyet özgürlüğü, eşcinselliği meşrulaştırma konusunda başta CEDAW olarak bilinen Birleşmiş Milletlerin toplumsal cinsiyet eşitliğine yönelik belgelerinden birisi olan “Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi” sözleşmesinin etkisi de bu kabildendir.
CEDAW’ı; ”kişinin kendi cinsiyetini özgürce seçmesi, 18 yaş altı kızların kadın bağlamında değerlendirilmesi, erkeğin erkek ile evlenmesi, kadının kadın ile evlenmesi gibi Yeni(neo)-Livatacılığın, cinsiyetsiz toplum (unisex) yapısı için yeni bir cinsiyet inşa etme küresel projesi” olarak belirtmek mümkündür. CEDAW ilkeleri ile, geleneksel cinsiyet anlayışı yok edilmek istenmektedir (www.ozgunsosyaldusunce.com)*. Tevhit inancına sahip bir Türkiye’nin bu CEDAW ilkelerine resmi itirazının bulunması gerektiği gibi bu ilkeleri kendi ülkesinde uygulama zemini oluşturmayacak bir tavrın içinde bulunması da gerekir. Türkiye’nin bu itirazı yapmadığı sürece, küresel üst aklın yeni nesil inşa projesi çerçevesinde ülke içinde “demokrasi” ve “özgürlük” adı altında kimi STK’ların/kimi kamu niteliğine haiz kuruluşa ve kimi odaların pozitivist-paganist zihniyetine yönelik şımartılma noktasına getirilmesine destek verilerek, onların yıkıcı etkilerinin güç kazanmasının sağlanmasına yol açılabilmektedir. Böylece Türkiye’nin adım adım kültürel çözülmeye, parçalanmış aileye, neslin bozulmasına, gençliğin kaosa girmesine yol açmak gibi konuların gelişmesi, Türk- İslam zemininin kayganlaşmasına neden olunacağına yönelik zararların oluşmasını mümkün hale getirebilmektedir.
– Bu konulardaki bilinçli siyasetin geliştirilememesi sonucunda Türkiye’de CEDAW’a dayandırılarak İstanbul Sözleşmesi’nin hayat bulması ortaya çıkmıştır. Yukarıda ifade edilen CEDAW ilkelerinin Türkiye’de uygulama itibariyle benimsenmesi sonucu bir yandan neo-livatacılığın zemin bulmasına öte yandan da kadının maruz kaldığı şiddettin önüne geçme adına bu sözleşmenin uygulama zemine geçilmesi ile erkek istismarına, boşanmaların kolaylaştırılarak aile dağılmalarında yüksek artışların ortaya çıkmasına neden olmuştur. Böylece CEDAW temelleri üzerinden İstanbul sözleşmesi ile giderek eşcinsellik konusunun toplumda yasal bir çerçeveye oturtularak, bu yöndeki jakoben-laisist içerikli STK’ların güç devşirmesine, şımarmasına mevcut siyasal zeminde taban tutmasına yol açılmış olunmaktadır. Bu durum İslam’a, kadimiyatımıza ters düşen unsurlardır.
Bu bağlamda;
1999’da zinanın suç olmaktan çıkarılması, üstüne bu CEDAW ve ona bağlı İstanbul Sözleşmesi yasal gelişmeleri çerçevesinde giderek siyasal alanda zemin bulan, liberal–kapitalist üst akıl antroposentrik (kendisini Tanrı yerine koyan) girişimci yapısına hizmet eden neo-livatacılık olan LGBT, kadına şiddet söyleminin yoğun medyatik baskısı,
– Jakoben liberal kapitalist üst akla hizmet eden kimi STK’ları/kamu niteliğine haiz kurumları şımartmış, onları İslam’ın temel ilkelerine karşı saldırgan hale dönüştürmüştür. Bu duruma karşı ilmi tepki vermede Türkiye’deki ilgili pek çok kurumunda önemli ölçüde zafiyetler içinde kalmaları ile söz konusu şımartılmışlık durumu daha da güçlenmiştir. Zafiyetler içerisinden bulunma adına;
– Uzunca bir süreden bu yana bu konularda net ve dinamik hal içinde bulunması gereken ilgili alan olan İlahiyat kesiminin hem akademisyen boyutuyla hem de resmi kurumsal yapı işleyişinde düşük yoğunluklu/edilgen bir görünüm ortaya koymaları, jakobenist kimi STK’ların/ kimi kamu niteliğine haiz kuruluşların şımarıklığının artmasına yol açmış,
– Bir başka zafiyet unsuru olarak siyasal iktidarın bu konuya Türk-İslam medeniyeti açısından özgün (Tevhidi Düşünce ilmi bilgi yöntemi bakımından) konulara bakan bir siyaset ve kültür politikasına yönelik “ilmi veri oluşturma”daki ihtisas eksikliği içinde olduğunun gözlemlenmesine de yol açmıştır. Ayrıca bu siyaset, kültür politikası veri eksikliğinin etkisi, siyasal iktidara yakın İstanbul Sözleşmesi taraftarı olan “Kadem” gibi kurumlarında pozitivist-liberal zihniyet mecrasından hareketle İslam’dan bakış geliştirmesine yol açmıştır. Bu üretilen bilgi de Batı hermonotik bilgi inşası üzerinden İslam’a, İslam’daki kadın konularına bakmaya yöneltmiştir Kadem’i. Bu bağlamda Kadem gibi kurumların CADEW temelli İstanbul sözleşmesi gibi metinlere verdikleri destekler, esasında en ileri noktada, küresel antroposentrik (kendini tanrı yerine koyan) üst aklın cinsiyetsiz bir yeni nesil oluşturma dünya stratejisini hayata geçirme çabalarına belki dolaylı bir katkı vermiş olmakla, esasında kendilerini bu konun yaygınlaşmasında araç konumuna sokmuş olmaktadırlar. Dolaylı yoldan da olsa oluşan katkı, jakoben STK’ları bir derece daha şımartılmalarına yol açmış olduğu söylenebilir.
Sonuç olarak CEDAW ve İstanbul sözleşmesi üzerinde yeni bir cinsiyetsizlikçi, insanlık düşmanı ve İslam karşıtı bir yapı oluşturulmaktadır. Bu noktada son bin yıllık dünya siyasetinde Batı pagan medeniyetine karşı İslam’ı dünyaya yayan Türk milletinin siyasi sorumlularının ve siyasi iktidara yakın sivil toplum kuruluşlarının bunu ilmi olarak fark etmeleri gerekmektedir. Bu fark ediş ve tavır alış ile İslam düşmanlığına yol açan kendisini Tanrı yerine koyan antroposentrik liberal kapitalist üst aklın isteğine karşı durulması gerekmektedir. Buna yönelik olarak önceki gerilemeleri telafi edici millet değerlerine uygun yeni yasalar çıkarılarak, bu durumu düzeltmek gerekmektedir. Ayrıca modern bilimin tüm bu sapma davranışlara “üniversite” bağlamında zemin hazırladığı gerçeğinden hareketle de Türkiye’nin kendi Türk-İslam bilgi geleneği olan Tevhidi Düşünce ilmi yöntem anlayışına dayalı ilim dallarının yeniden inşası ile gerçek özgür aydın inşası meydana getirebilir. Türkiye bunu gerçekleştirerek, bu top yekûn ihmal ve şımarıklıkların önü alarak, 21. Yüzyıl Büyük Türkiye’sinin inşasında ciddi bir mesafeyi ancak o zaman alabilmiş olacaktır.
Kaynakça;
Vergin,Nur; Siyasetin Sosyolojisi, Bağlam Yayınları, 2006,İstanbul
*wwwozgunsosyaldusunce Türkiye’de “Toplumsal Cinsiyet”Konusunun Türk-İslam Kadını ve Aile Sistemi Üzerinde Toplumsal Çözülmeye Yol Açan Etkisi /O.Şimşek, 30.04.2020