İLMAR

Hayırlara Anahtar, Şerlere Kilit

TEVHİDİ DÜŞÜNCE NAZARINDAN İSLAM’IN RÖNESANS’A ETKİLERİ

Prof. Dr. Kazım SARIKAVAK

Tevhidi Düşünce Nazarından İslam’ın Rönesans’a etkilerini ortaya koyabilmek için öncelikle İslâm medeniyetinin, ilmin ve felsefesinin temsilcisi olan ve Ortaçağda yaşamış bulunan İslam bilgin ve düşünürlerinin Batı’da 15. ve 16. Yüzyıllarda gerçekleşen Rönesans hareketine etkileri var mıdır, varsa özellikle hangi konular üzerine olmuştur sorularının cevaplanması gerekir.

Konuyu tevhid, tevhidi düşünce açısından değerlendirdiğimizde İslâm, Rönesans’ın yaşandığı Batılı Hıristiyan toplumların teslis anlayışı ve kilise otoritesi açısından sorgulayıcı ve eleştirel bir anlayışa yönelmelerine sebep olmuştur denilebilir. Nitekim özellikle Ortaçağda İslâm bilgin ve düşünürlerinin eserlerinin Batı Ortaçağ bilim dili olan Latinceye çevrilmeleri ve yine bu dönemlerde İslam dünyasına yönelik yapılan Haçlı seferleri gibi nedenlerle, Batı toplumunun büyük ölçüde o günkü entelektüel çevreleri olan ruhban sınıfı arasında çeşitli tartışmaların hızlanmasına sebep olmuştur. Bunun neticesinde Rönesans dönemindeki Reform hareketi en güçlü hareketlerden biri olmuş ve bunun sonunda Batı Katolik Hıristiyan anlayışı içinden Protestanlık denilen bir mezhep doğmuştur. Burada şunu da hemen ifade edelim: Protestanlık doğrudan İslâm etkisine bağlanamaz; ancak öteden beri kilisenin dominant baskısına maruz kalan batı toplumu entelektüel çevrelerinde İslâm’ın teolojik gücü, bazı açılardan bu çevrelerin elini güçlendirmiştir.

Felsefe ve ilim açısından baktığımızda ise Müslüman filozof ve ilim adamlarının eserlerinin Latinceye çevrilmeleri neticesi hem Ortaçağ’ın son dönemindeki Batılı bilim ve düşünce adamları hem de Batı Rönesans dönemi bilim ve düşünce adamları Müslüman bilgin ve düşünürlerinden etkilenmişlerdir. Bugün bu konu hakkında özellikle Batı’da pek çok eser yayınlanmaktadır. Nitekim Kindi (öl. 873)’den başlayarak Farabi, İbn-i Sina, İbn’ül- Heysem, Cabir b. Hayyan, İbn Rüşd, el- Bettani, Gazzali, İbn’ül Arabî gibi İslam bilgin ve düşünürleri, Batı Rönesans’ının doğmasına önemli etkileri ve katkıları olmuştur. Öyle ki Aquinolu Thomas, Roger Bacon, Dun Scotus, Réne Descartes vb. pek çok Ortaçağ ve Rönesans bilgin ve düşünürleri İslam bilgin ve düşünürlerinden çeşitli konularda etkilenmişlerdir.

Rönesans döneminden sonra özellikle Batı bilim ve düşüncesinde önemli gelişmeler gösteren modern kimyanın kurucusunun Cābir b. Hayyan olduğu, modern optiğin temelinde İbn’ül- Heysem’in önemli bir yere sahip olduğu, Astronomi’de el-Battani gibi birçok İslām bilgininin katkısının bulunduğu, modern sosyolojinin kurucusu olarak İbn-i Haldun’un kabul edildiği bugün büyük ölçüde genel kabul görmüş teorilerdendir. Hatta yeniçağ felsefesinin kurucusu kabul edilen R. Descartes (öl. 1650)’in metodik şüphe yöntemi anlayışını Gazzali (öl. 1111)’den etkilenerek oluşturduğu belirtilir. Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür.

O halde bu etkilenmeden hareket ederek,  Batı düşüncesinin kaynağında hikmet varmıdır sorusu sorulabilir. Batı düşüncesi ilhamlarını nereden alır şeklinde düşündüğümüzde, Batı düşüncesinin kaynağında da elbette hikmetin bulunduğu söylenir. Yani Batı Düşüncesinde hikmet vardır. Zira hikmet, bütün medeniyetlerin oluşumunda önemli bir bilgelik göstergesidir.

Bilgelik de denilen hikmet, bütün insanlığın ortak değerlerindendir. Hikmet, insanın derin düşünce ve tecrübe birikiminin bir sonucu sahip olunan bir öngörüsünü ifade eder, yani bir tür ferasettir. Kelime olarak da birçok anlama gelen hikmet, bütün ilahi kitapların övdüğü bir değer olduğu gibi diğer tüm beşer menşe’li dinlerin de ortak değer ifade eden kavramlarındandır.

Bugünkü Batı medeniyetinin kaynağına baktığımızda konuya ilişkin Batılı kaynaklar bu medeniyetin kaynağı konusunda iki temel referansı öne çıkarmaktadırlar: 1- Eski Grek Felsefesi, 2- Hıristiyanlık. Bu iki kaynak, Batı düşüncesinin ana kaynakları olarak önemli yer tutar.

Batı düşüncesinin kendini referansladığı Eski Grek düşüncesi düşünürlerinin önce sophos dediği, sonra da philosophia olarak kavramlaştırdığı felsefesindeki sophos ya da sophia kavramı doğrudan doğruya hikmet anlamına gelmektedir. Bu hikmet, esasında insanın varlığı;  anlama, tanımlama ve bilme çabasıdır. Bu çabanın Ortaçağdaki en önemli temsilcisi İslam medeniyeti ve bu medeniyetin bilgin ve düşünürleridir. Rönesans ve sonrasında ise bu temsilcilik Batı uygarlığı içinde vücut bulmaya başlamıştır.

Bugünkü Batı düşüncesinin ikinci ana ve belirleyici kaynağı ise, Hıristiyanlıktır. Kitab-ı Mukaddes bu kaynağın en önemli referansıdır. Nitekim Batı kilisesinin kroniklerini de bu bağlamda düşündüğümüzde Hıristiyanlık kaynaklı dini hikmet, Batı düşüncesinin en önemli etkili yönünü temsil eder.

Ayrıca burada Batı düşüncesi ve hikmet bağlamı söz konusu edilirken İslâmî hikmeti de mutlaka dikkate almamız gerekmektedir; çünkü hikmet insanlığın müşterek mirasıdır. Batı düşüncesinde İslamî hikmet tesirine işaret ise yukarıda ifade edildiği gibi Müslüman filozof ve ilim adamlarının tevhidi düşünce bakış açılı hikmet anlayışlığı içeriğine dayalı eserlerinin, Latinceye çevrilmeleri neticesi bu akış, hem Ortaçağ’ın son dönemindeki Batılı bilim ve düşünce adamları hem de Batı Rönesans dönemi bilim ve düşünce adamlarının Müslüman bilgin ve düşünürlerinin hikmet anlayışından etkilenmiş olduklarını da ortaya koymakta olduğu söylenebilir.