İLMAR

Hayırlara Anahtar, Şerlere Kilit

GÜNDEMRÖPORTAJLAR

Röportaj: “Modernite; 17. Yüzyıl Batı Avrupa sosyolojisinde din dışı anlayış üzerinden rasyonaliteye (salt akılcılığa) göre insanın ve onun düşüncesinin örülmesinin fikrini içermektedir

Bu yazı, islamdusuncesi.org.tr adresinde, “Osman Şimşek: Modernite; 17. Yüzyıl Batı Avrupa sosyolojisinde din dışı anlayış üzerinden rasyonaliteye (salt akılcılığa) göre insanın ve onun düşüncesinin örülmesinin fikrini içermektedir” başlığı ile “Modernleşme Dosyası – 6” kategorisinde, 17 Ocak 2025 tarihinde yayınlanan röportajdan 18 Ocak 2025 tarihinde aynen alınmıştır.

İslamcılar gelenek ve modernlik denklemini doğru bir şekilde formüle edebildiler mi? Modernleşme ve emperyalizm arasında ne tür bir bağ vardır? Türk modernleşmesinin ayırt edici özellikleri nelerdir? İslam Düşüncesi sitesi olarak daha bir çok soruyu, “Modernleşme” dosyasında Prof. Dr. Osman Şimşek’ [1] sorduk.

1. Modern, modernite, modernleşme ve modernizm gibi aynı kökten üretilen bir çok kavram bizim zihin dünyamızı oldukça meşgul etmekte. Bu kavramların ve modernleşmenin tarihi arka planı hakkında ne söylemek istersiniz. Bu bağlamda modernleşmenin Batı tarihinde bir kesitle özdeşleştirilmesi ve farklı modernleşme türleri hakkındaki düşünceleriniz nelerdir?

Batı Medeniyeti, kendi medeniyet tarihi sürecinin 14.  Yüzyıl ile 17. Yüzyıl aralığını “geleneksel toplum” şeklinde ele alır. Comte’ci Toplum tasnifinde bu aralık “metafizik toplum” türü olarak belirtilir.  17. Yüzyıl ise Batı Medeniyet yapısında Protestanlık mezhebinin kurulmasının etkisine bağlı olarak bu yüzyıl, “bilimsel düşünceye geçişin” tartışmaya açıldığı dönem olarak görülür. Bu sürece modern Batı sosyolojisi literatüründe, “modernite” denilmektedir. Buna göre de 17. Yüzyıl süreci Batı Medeniyetinde, Hristiyanlık dini inanışa dayalı dünya anlayışından, din dışı içerikli bakışla örülmüş olan akılcılığa geçiş söyleminin ortaya çıkarıldığı yüzyıl olmuştur. Bu süreç, Batı Hıristiyan gelenekselliğine bir başkaldırıyı ve onu sarsmayı içermektedir. Bu yönüyle özellikle Modernite; 17. Yüzyıl Batı Avrupa sosyolojisinde din dışı anlayış üzerinden ; Düşüncenin, sosyalin, politik olanın ve hayat tarzının rasyonaliteye(salt akılcılığa)göre insanın ve  onun düşüncesinin örülmesinin fikrini içermektedir. Ayrıca toplumsal yapının bu modernite anlayışa göre yeni yapılanmasının düşüncesini, teklifi ve bunun oluşum imkanını ortaya koyan fikri anlayışı da ifade etmektedir. Esasında Batı Avrupa dünyasında bu yüzyıl, Düşüncede değişimin yüzyılı olmuştur. Modernite bir yönüyle de düşüncede değişimi, gelenekselden la-dini olana doğru geçişe doğru “düşünce üretimi” vasfını içermektedir.

 18. Yüzyıl ise bir yandan teknik olarak ön endüstri çağı (pre-endüstriyel) dönem olarak görülürken, diğer yandan da 17. Yüzyılda kullanıma sokulan “Bilimsel Düşünceye Geçiş” fikrinin somutlaştırılmış anlatısı, ideolojisinin oluşturulduğu yüzyıl olmuştur. Yani bu dönemde ; Doğa felsefesi üzerinden varlığa bakışı, rasyonalite(salt akılcılık) ile düzenleyen  “Aydınlanma Düşüncesi/Felsefesi” anlayışı oluşmuştur. Buna göre modernite anlayışı, modernist düşüncenin temel kurucu fikri yapısını meydana çıkarmıştır. Böylece   17. Yüzyılda kullanıma sokulan “Bilimsel Düşünce Geçiş” ve 18. Yüzyıldaki geliştiren “Aydınlanma Düşüncesi/Felsefesi” anlayışının toplam etkisi, yani moderniteden, seküler modern düşünceye geçiş ile artık Modern Batı düşünce dünyasının; Salt akılcı, rasyonellik içeren ; “Yeni bir akıl”/ “modern akıl”/ “materyalist akıl” veya “seküler akıl” yapısının inşası oluşmuştur. Bu süreç moderniz/modernleşme(modernization) anlayışına dayalı yeni Batı toplum tipini meydana çıkarmıştır. Böylece 19. Yüzyıl başlarında Modern Batı Medeniyetinde “Sanayi Devrimi-Pozitivist Felsefe- Pozitivist Düşünce Yöntemi” etkileşimi üzerinden; Liberal- kapitalizm ve Pozitivist düşünce temelli sekülerlik ve la-dinilik içeren  sosyal düşünce yapısı, sosyal ve siyasal yapılanma, sosyolojik kültürel dünya ve rasyonellik  üzerine kurulmuş “Teknoloji Dünyası/Toplumu” oluşmuştur.

İşte tüm bunları bir “Sosyal Yapı“ zeminin de oluşturmuş olan 19. Yüzyıl Modern Batı Medeniyeti, bu süreçleri ve içinde oluşan anlayışları, kendi ideolojik kabullerine göre açıklayacak yeni kavramlar üretmiştir. Bunlar en başta; Modernlik, Modernleşme/modernizm(modernization) ve bu temele bağlı geliştirilen Modernleşme Kuramıdır (Modernization Theory).

Modernizm/Modernleşme bu yeni sosyolojinin oluştuğu 19. Yüzyılın içindeki süreçte, çok çeşitli yönlerden yeni zihniyeti ve onun etki alanlarını oluşturmuştur. Bu yeni zihniyet ve etki alanlarını belirleyen ana iki unsur bulunmaktadır. Bunlardan ilki toplumun ”Mana” alanında ki yeni zihniyetini ifade etmektedir. “Mana” bağlamında yeni zihniyet, “modernite” temelinden hareketle Hıristiyanlık düşüncesinden la-diniliği geçiş yapan bir anlam kayması ile olmuştur. Bu durum, bir toplumsal “anlam” kaymasıdır. Bu anlam kaymasını ifade eden“ Yeni Mana”nın ana alt parametreler ise; Materyalist düşünce temalı Doğa felsefesi anlayışı, salt akılcılığı ifade eden “rasyonalite”nin kabulü, sekülerleşme ve seküler dünya algısı üzerinde yeni zihniyetin ve yeni materyalist temalı toplum yapı inşasına yön veren pozitivist “düşünce” anlayışıdır. Bunlar Modern Batı toplumunun “Yeni Mana” boyutunda görülen yapısal değişmeleri ifade etmektedir. Bu süreçte (17. Yüzyıl -19. Yüzyıl başlarına kadar geçen zaman aralığında) Modern Batı medeniyetinde/toplumunda İkinci olarak “Madde” ekseninde meydana gelen değişmeleri de ifade etmek gerekmektedir. Bunlar ise sanayi devrimi, teknoloji ve onun yeni mekanik boyutu üzerinden toplumun maddi yapısında görülen “fabrikanın kurulumu”, kentleşme, işçi sınıfı, iletişim tekniği ve ulaşım tekniklerinin gelişmesi gibi yeni maddi hayata yönelik değişmelerdir.

Bir toplumda meydana gelen değişmelerin iki yüzünün(“Madde” ve “Mana” alanlarındaki) değişim dinamiklerini eşzamanlılık içinde bir bütün halinde görüp, bunların toplumsal hayat içinde oluşturduğu bütüncül  değişmenin gösterimini  en gerçekçi bir şekilde ancak bu şekilde (yani madde+mana bütüncül etkisi ile) ortaya koymak mümkündür. Bu açıklamaya göre Modern Batı Medeniyetinde 19. Yüzyılda ortaya çıkan Modernizm, “Mana” bağlamında; Doğa felsefesi üzerinden materyalist dünya görüşünü, düşünce üretmede ve buna bağlı bilgi üretmede ise “pozitivist bilgi üretme yöntemini” kullanarak, ne bir Tek Yaratıcı olan Allah’a veya Tanrı’nın varlığının kabulüne, ne de yaratılmış insan unsurunun varlığını kabul etmeyen bir inanç düzeyine gelmiştir. Yani yeni bir materyalist “Mana”nın içeriğini, buna göre oluşturmuştur. Bu durum ise “bilim(science)” ve bilimsel düşünce anlayışını geliştirmiştir. Böylece pozitivist düşünce yöntemi vasıtasıyla salt akılcılık içerikli bilimsel bilgiyi üreten “Üniversite”, modern Batı toplumunun pagan anlayışına göre kendi “Mana”sını  inşa eden tapınağı haline gelmiştir. Bu durumda Modernist anlayış, Modern Batı toplumunda Salt akılcılık üzerinden her şeyi maddi akıl ya da duyu organları ile görmüş olduğu bir akıl yapısının anlam boyutunu kabul etmiştir. Tüm bunlara bağlı olarak Modern Batı Medeniyetindeki Modernleşme /modernizm (modernization) anlayışı; Liberal düşünce, kapitalist ekonomi modeli, sekülerleşme, hümanistik bakış, liberal insan, jakobenizm, pozitivist-liberal kapitalizm temalı ulus-devlet milliyetçiliği, liberal anayasaların yön verdiği siyasal sistemde liberal bireyin(girişimcinin), sistemin önder insan tipini olması sağlamıştır. Bunlara ilaveten Modernleşme /modernizm (modernization) anlayışı; Düşünce dünyasının “Mana” boyutuna tekabül eden anlayışları, modern devleti ve toplumu oluşturmadaki sistemsel kurulumunu da kendi merkezine oturtmuştur. Bununla birlikte liberal-kapitalizmin sömürü gücünü makro seviyeye çıkaran teknolojik gelişmelerde modernizmin/modernleşmenin “Madde” boyutunun oluşumunu hazırlamıştır. Böylece bu iki alandaki “Madde ve Mana” unsurlarının bütüncüllüğünde modernist/modernleşmiş Batı medeniyetinin materyalist toplum tipi, devlet akıl, insan tipi, endüstri yapılanması çerçevesinde gündelik hayat tarzı şekillenmiştir.

Modern Batı Medeniyetinin toplumsal gelişim tarihinde modernite, modernizm/modernleşme gibi kavramlar, 17. Yüzyıldan itibaren Batı Medeniyetinin özellikle Batı Avrupa’daki uygulamalardaki gelişmelerine göre, hemen hemen her yüzyıl içinde materyalistik tema üzerinden değişen bir anlam dünyası ve yeni zihniyet yapıları oluşmuştur. Fakat bunların ortak tarafı ise hepsinin “materyalist düşünce anlayışına” göre ve onun “salt akılcı yapısı” üzerinden kurgulanmış olmalarıdır.

 Bu noktada oluşturulan modern bilim(science) anlayışı çerçevesinde pek çok sosyal bilim dalınında içeriği inşa edilmiştir. Bunlardan birisi olan “antropoloji bilimi”nin, elindeki inceleme verileri çerçevesinde insanın, 8 ila 15 milyon yıl önce yaşayan küçük Afrika maymunundan evrildiğini temel alarak İnsanın hayvan içerikli primat topluluğu kökenine ait olduğuna gönderme yapan bir açıklama ve inanışı akademik yazında “bilimsellik” adı altında literatüre geçirmiştir.  Böylece Modern Batı medeniyet kültürünün modern İnsanı/insan tipolojisi; Modernite, modernizm/ modernleşme gibi kavramlar ekseninde atası maymundan gelen bir zihniyetle biçim almıştır. Bu atası maymundan gelen modern insan tanımlamalı varlığın ürettiği ; Liberalistik teori, kapitalist ekonomi-sermaye ilişkisi, demokrasi anlayışı, adalet kavrayışı, hümanizm  inanışı, hukuk kavrayışı, toplumsal tabakalaşma yapılanması …gibi pek çok iktisat sosyolojisi, siyaset, hukuk, eğitim içerikli kavrayışları üretmiştir. Böylece modernleşme, modernizm temalı Batı medeniyeti insanın zihniyet kökeninde, maymun hayvanından dönüşen bir karakterle, “insan insanın kurdudur” ve “homo economicius”  içerikli hem  hayvani karakterli güç ilişkisi, hem de  insan-dünya ilişkisini  sadece maddecilik içerikli egoizm etikliği bulunmaktadır. Bundan dolayı modernleşme/modernizm zihniyetli kavrayışın insan ve toplum bağlamındaki tesirini; Paganizm, sömürü, emperyalizm, eşitsizlikçi ekonomik yapıları oluşturma, ırkçılık …vb gibi ele aldığı konuların bilgisini üreten insan tipi; Harward’da, Yale’de Stanford’da, California’da, Wiskonsin’de, Massachusetts Institute of Technology(MIT)’da, Oxford’da, Cambridge’de, London School of Economics’de, Sorbonne’de… vb. üretilir olmuştur. Buna göre modernizm veya modernleşme kavramlarını; Yukarıda ifade edilen  anlayışları, sosyolojik çevreleri, buna dayalı politikaları ve sistemleri üreten  kavramlar olarak görmek gerekir.

Sonuç olarak tüm bunlar (modernite, modernizm/ modernleşme gibi kavramlar), Modern Batı medeniyetinde Hıristiyanlık ile materyalist salt akılcı/rasyonalist olan ve tanrı varlığının inkar eden ve dolayısıyla yaratılmayı inkar eden kesimler arasındaki ; Din, iktidar/güç, sermaye, ırk unsurlarının mücadelesi şeklinde gelişen sürecin kavramsal içeriklerini oluşturduğu söylenebilir. 

2.  İslam Dünyasının Modernleşme ile olan hikayesini nasıl okuyorsunuz? Bu gün bu hikayenin neresindeyiz?

İslam Dünyasının modernleşme ile olan hikayesinin ilişkisini okumada öncelikle modernleşme olgusunun, İslam dünyasındaki çok boyutlu etkileşimi bağlamında ele almak gerekir. Bu konu, tek bir faktörün aktarımı ile açıklanamaz. Her şeyden önce konuya; İslam dünyasında dünyevileşmenin artması, İslam’ın güzel ahlakının aydın kesiminde, varlıklı kesimin üzerindeki aktif etkisinin dünyevileşme tercihi ile zaafa uğramışlığıyla bakmak gerekir. Çünkü İslam dünyasının modernleşme tesirine giren bir sosyolojik süreç bulunduğuna göre öncelikle bu sürece muhatap olunmayı ortaya çıkaran yozlaşmanın/yozlaştırılmanın oluşmasının içteki kökenlerine bakmak gerekir. Bu noktada yozlaşmayı ifade eden unsurlardan İlki, tevhit toplumu olmasına rağmen Osmanlı’da ve İslam dünyasında özellikle 18. Yüzyıl ve onda sonrasındaki süreçte, Enfal Suresi 60. Ayetinin ; Zamana, çağa göre özüne uygun maddi alandaki gelişmeyi içeren yeni yorumunun yapılmamasındaki  idrak zafiyetinin olduğu söylenebilir. Bu bağlamda Enfal Suresi 60. Ayeti :

“ Siz de gücünüzün yettiği kadar onlara karşı her çeşitten kuvvet biriktirin ve cihad için atlar hazırlayın ki, onlarla hem Allah’ın düşmanlarını, hem de kendi düşmanlarınızı, ayrıca Allah’ın bilip de sizin bilmediğiniz daha başkalarını korkutasınız. Allah yolunda her ne harcarsanız onun sevabı size eksiksiz ödenir ve asla haksızlığa uğratılmazsınız”

denilerek, Araştırmanın, geliştirmenin, özgün bilgi üretmenin “sisteminin kurulma”sının  sağlaması açısından bu ayetin, işari manada  bir ölçü verdiği söylenebilir. Bu yönüyle, yukarıda ifade edilen Ayet-i Kerime, oldukça önemlidir.

Bu Ayet-i Kerimeİslam/Türk-İslam Medeniyetinin bütün zamanlarda geçerli olan kendisine özgü olan Bilgi Üretme Yöntemi olan “Tevhidi Bütüncül Bilgi Üretme Yöntemi” ve ona göre oluşmuş “Tevhidi Akıl” yoluyla sürekli ilmi araştırma yapılması ve bununda düzenli sisteminin kurulmasını, yeni günümüz tabiriyle bir anlamda “Tevhidi Ar-Ge“nin kurulumunun istemini içermektedir. Bu bağlamda ayetteki ”Hazırlayınız”emri, geniş zamanlı ve sürekli bir özgün üretim vazifesinin emrini farz olarak vermektedir.

 İslam Dünyasında başta İlim ehlinin, ardından varlıklı kesimin ve siyasal yönetici kitlenin giderek dünyevileşmesi sonucu bu yöndeki etkili kitlenin, bir anlamda bu türdeki idraklerinin zaafa uğraması sonucu, 18. Yüzyılda Batı Medeniyeti ile olan ilişkilere karşı bir takipsizlik ve önemsemezlik(“zaten bunlar küffardır” anlayışı hakim olmuş), bu sosyolojik duygunun içine girilmiştir. İslam dünyası aydınında özellikle de Osmanlı aydınında bu sosyal kibire girme hali ve yeni ve özgün bilgi üretme tembelliği ile gelen içe kapanmışlık, Batı medeniyeti ile aradaki teknolojik, teknik ve sosyolojik dünyevi mesafenin oluşmasına yola açmıştır. Bu durum İslam/Türk-İslam dünyası çevresinde kısa bir süre sonra Batı’ya yetişme onu takip ve taklit etme tercihe yönelmeyi geliştirmiştir. Bu noktada ayrıca, İslam /Türk-İslam dünyasındaki özellikle aydın, varlıklı kesimlerin ve siyasi yöneticilerin dünyevileşmesi sonucu, bu yüksek sorumluluk taşıyan kitlenin Tevhidi ahlak idrakinde yozlaşma içine girmeleri sonucunu ortaya çıkarmıştır. Bu duruma Osmanlı-Modern Batı medeniyeti bağlamında eşzamanlı olarak da bakıldığında ise, Modernist Batı 19. Yüzyılda, Sanayi Devrimini gerçekleştirmiş, teknolojik öncüllüğü yakalamıştır. Böylece tevhidi zihniyet içeriğine sahip olan İslam/Türk-İslam dünyası, modernist paganist olan Batı medeniyet değerlerine yönelmeyi artık bünyesinde yavaş yavaş oluşturmaya başlamıştır. Böylece  Teknolojik yönden geri olma vasıtasıyla da modernleşmeci Batı’yı taklit etme ve ondan aktarma yapma geleneği, içerideki işbirlikçi kesimin örtülü gayretlerinin etkisiyle de meşrulaştırmıştır. Çünkü modernist Batı, çıplak gözle görülen bir sanayi kültürünü, fabrika sistemini ve ileri teknolojiyi geliştirmiştir. Bu görülmektedir. Bu durum İslam dünyasında modernleşme /modernizm tesirine girmenin bir faktörünü oluşturmuştur. Bu duruma ilaveten işbirlikçi etkisinin katkısıda buna ilave edildiğinde bu ikili ana etkiden oluşan çözülme ve ya kültürel soğumaya girme yönünde “yeni bir bütüncül” durum ortaya çıkmış olmaktadır.

İslam/Türk-İslam Medeniyet dünyasının modernleşme/modernizmin etkisinin içine girmesinde veya girdirilmesindeki İkinci (sosyolojik)faktör olarak da özellikle Osmanlı’da 16. Yüzyıl civarında oluşmaya başlayan “kendine(medeniyetine) güven duygusunun oluşturduğu sosyal kibir” duygusunun içine düşmesidir. Bu duygu “artık kıyamete kadar İslam hâkim ve bu düzen böyle devam edecektir” inancının yaygınlaşmasını içermiştir.  Evet İslam, kıyamete kadar baki bir dindir. İslam her çağdaki insanın tüm sorunlarına tevhidi bilgi sistemine göre bir çözüm bulma kabiliyetine sahip bir din olup buna yönelik hayat tarzını da insanlığa ve evrensel dünyaya sunan bir gelişmeciliğe sahiptir. Ancak tüm bunlarıda, sürekli olarak “iki günü birbirine eşit olmayacak” şekilde çalışmakla ve herşeye yönelik bilgi üretme çabalarında ise özüne uygun tevhidi bilgi üreterek sağlayabilecektir. Bu yolla İslam’ın, kıyamete kadar daima öncül olması sağlanabilinecektir. Ancak bu yönüyle ifade edilen düşüncenin önü açık olabilir. Fakat sosyal kibire girilerek ve de ilimden uzaklaşılarak, özüne uygun yeni bilgi üretilmesi kısırlığının içine girilmesinin ardından ise ancak çözülme gelir. Çünkü “Emanet”e gerektiği gibi sahip çıkılmamış olunur. “Emanet”e gerçek sahiplik ise tevhidi ahlakı; Kitap ve sünnete uygun bir şekilde yaşamakla ve kendi medeniyet değerlerine dayalı Bilgi Üretme Yöntemi ile herşeye yönelik yeni bilgi inşa edilmesi ile bu sağlanabilir. Ayrıca bu özelliklere sıkı sıkıya bağlı olunarak sürekli, düzenli ve yöntemli çalışma ile buna ulaşılabilinir. Buna ulaşılmış ise de yine bu özelliklerden taviz vermeden bu seviye korunabilir. Tabi ki tüm bunları yapacak olan Kitap ve Sünnete bağlı “Tevhidi İnsan” tipinin öncelikle de inşası gerekmektedir.Fakat İslam dünyasının zirveye çıktığı 16. Yüzyıldan sonra “bizi kimse yenemez, süper bir sistem kurduk” çerçeve anlayışı ya da “kıyamete kadar artık bu düzen böyle gidecek” inanışın getirdiği “güven” unsuru, yeni bilgi üretme kısırlığını, tembelliği ve “sosyal kibir” düşme duygusunu, dönemin aydını üzerinde hakimiyet kurmuştur. Bu durum İslam/Türk-İslam Medeniyetin ictimai yapısının, ilimden uzaklaşarak dünya sisteminden çıkarılmasına ve “bitkisel hayata” sokulmasına yola açmıştır. Bu olumsuz süreç, İslam Medeniyetini, 18. Yüzyıl sonlarından itibaren 19. Yüzyılda modern paganist medeniyetini kuran Batı’nın gelişmesine karşı yeni bir arayışa girmeyi ve yeniden yükselişe geçme uğraşlarını geliştirilmeye yöneltmiştir. Bu yeniden çıkış/yükseliş arayışı sonucunda İslam dünyası/Osmanlı iç yapısındaki yozlaşmacı zihniyetin oluşmasının katkısıyla da, “modernleşme/modernizm”leirtibatlanma ilişkisine geçmiştir/geçirilmiştir. Böylece modernleşmeyi/modernizmi benimseme, onun gibi düşünmeye başlama süreçleri, çeşitli tonlamalarla İslam /Türk-İslam Medeniyet dünyasının içine girmiştir.  Dolayısıyla bu durumun oluşmasında İslam/Türk-İslam Medeniyetinde özellikle 16. Yüzyıldan itibaren başlayan “sosyal kibir“[2] olgusunu, Batı pagan medeniyetinin geliştirdiği modernleşme-modernizm ilişkisinin içine düşmesindeki ana unsurlardan biri olarak görmek gerekir. Batı’ya karşı geliştirilen İslamcılık hareketinin çeşitli türlerde oluşmasına yol açan dolaylı “sosyal kibir” etkisinin, İslamcılık ile ilgili sosyolojik tahlillerde genellikle gözden kaçırıldığı söylenebilir

İslam/Türk-İslam Medeniyet dünyasının modernleşme/modernizmin etkisinin içine girmesinde veya girdirilmesindeki üçüncü sosyolojik faktör ise Batı Medeniyetinin 19. Yüzyıldan sonra sistemleştirdiği ve dünyaya hegemonik tarzda kabul ettirdiği Düşünce Yöntemi/Bilgi Üretme Yöntemi etkisidir. Bu etkiye bağlı olarak da, İslam/Türk-İslam dünyası gerek kendi içerisindeki Batı’ya entegre aydınların telkin ve gayretleriyle gerekse de açık dış tesirler etkisiyle “Pozitivist Düşünce Yöntemi” içerikli yaklaşımları benimseyerek, pagan içerikli bilgi yöntemini, tevhidi içerikli bilgi yönteminin içine yerleştirilmesinin yolunu açmışlardır. Böylece yüzyılın orta ve daha ileri zamanlarında, bir “Mix Yapı” oluşum süreci başlatılmıştır.

 Bir medeniyetin en temel kuruculuk vasfı, onun özgün “Düşünce Yöntemi/ Bilgi Üretme Yönteminin” bulunması üzerinden şekillenir. Bu konu ise İslam/Türk-İslam dünyasında, maalesef en az bilinen bir konudur. Bu konu üzerinden yani “Düşünce Yöntemi/ Bilgi Üretme Yöntemi” bağlamında 19. Yüzyıldan günümüzde değin İslam/Türk-İslam dünyasında ve özelde Modern Türkiye’de, beşeri ve sosyal ilim alanlarında ciddiye alınabilecek ;  Eleştiri Yapma, Mukayeseli Değerlendirme Yapma ve “Yeni Özgün Bilgi Sistem İnşası” müktesebatını eşzamanlı yapabilen bir düzeyin de pek bulunmamakta olduğu söylenebilir.  Bu konu özgün bir medeniyet kuruculuk vasfına sahip olduğu için İslam Medeniyeti bu bağlamda ilk ayet “Oku, yaratan Rabb’in adı ile… “  başlamaktadır. Burada bu okumanın öncelikle tevhit anlayışına göre yani (bizim 2015 yılında ‘de tarafımızdan kavramsallaştırdığımız) “Tevhidi Düşünce Yöntemi/ Bilgi Üretme Yöntemine” göre yapılması istenmektedir. İslam, okumayı ve bilgi üretimini asla gelişi güzel bir okuma ile yapılmasını istememektedir. Böylece bu Tevhidi kök temelli, Tevhidi Düşünce içerikli “OKU”ma ile yeryüzünde, “iyiliğe anahtar şerlere kilit” olabilecek toplum ve toplum sistemi/düzenin üretilmesinin sağlanması mümkün olabilecektir. İslam Medeniyeti her şeye yönelik bilgiyi; “tevhit “anlayışı ile ya da    21. Yüzyıldaki özüne bağlı yeni kavramsallaştırma ile “Tevhidi Düşünce Bilgi Üretme Yöntemi” vasıtasıyla üreterek, evrensel ölçekte cihana hükmedici, yol gösterici bir medeniyet kurma özelliğine, gücüne sahip olan bir dindir. Fakat 19. Yüzyıldan sonra aydın yozlaşması, ahlaki çöküntü, aydın zihniyetinde ve toplumda dünyevileşmenin yükselmesi sonucu, bu kesimin önemli ve etkin kitlesinin, Sanayi Devrimini yapan Batı’ya gözlerinin çevrilmesini gerçekleştirmiştir. Bu yoğun ilgi ise Batı’nın bilgi üretme yöntemini taklit ve aktarmacılık şeklinde almaya(transfer etmeye) yöneltmiştir. Buna karşın bu tip aydın ve onun bu yöndeki taklitçi ve aktarmacı eylemleri, İslam’ın özgün bilgi üretme yöntemini toplumumuza ve/ya medeniyet dünyamıza unutturulmanın öncü nüvesi olmuştur.

Hayata yönelik her şey, bilgi ile kurulup düzenlendiğinden, Batı medeniyetinin pagan modernist/modernleşmeci pozitivist yöntemi üzerinde her şeyin bilgisi üretilerek, İslam/Türk-İslam dünyasının da bu yönteme göre tüm bilgi üretim sistemini kullanması sağlanmıştır. Böylece bu pozitivist pagan içerikli modernist bilgi üretme yöntemi üzerinden İslam/Türk-İslam dünyası, İslam-pozitivist karması bir yeni grileşmeci modern toplum tipi oluşturma içine girmiştir/girdirilmiştir. Bu modernist/modernleşmeci bilgi üretme yönteminin İslam/Türk-İslam dünyasında aktif olarak kullanımı ise günümüze değin devam etmiştir ve hala da devam etmektedir. Bu durum ise sosyolojik olarak İslam/Türk-İslam dünyasını, kendi değerlerine karşı grileşmiş bir “Patinaj Toplumu” haline getirmiştir.  

Bu çerçevede Tevhidi içerikli Milli aklın kaybının yerine modernist/modernleşmeci pozitivist aklın/seküler aklın kabulü gerçekleşmiştir.  Bu çerçevede; Milli ve manevi tevhidi bütüncüllüğe sahip milli aydının yerine, modernist pozitivist ve hermenötik düşünce temelli aydın tipolojilerinin yetiştirilmesi, Üniversite kurumunun modernist pozitivist bilgi üretme yöntemine göre eğitim vermesi, girişimcilerin pozitivist liberal-kapitalizm çerçevesinde ekonomik zihniyet taşıyarak iktisadi üretim uygulamalarını gerçekleştirmeleri gibi özellikler, modernleşme/modernizm ve modernleşme kuramı çerçevesinde İslam/Türk-İslam dünyasında sosyal, siyasal, kültürel hayata yönelik düzenlemelere yön vermede hala devam etmekte olduğu söylenebilir. Bu durum ise Modern Batı medeniyetinin paganist içerikli Modernleşmeci etkisinin, İslam/Türk-İslam dünyasın da onun modernleşme zihniyetine bağımlı yaşama serüvenini devam ettirdiğini ortaya koymaktadır. Böylece modernleşme ve onun teorisine bağımlılık, İslam/Türk-İslam dünyası sosyolojisinde, öncelikle “Üniversite” kurumuna pozitivist düşünce yöntemine göre bilgi üretme naklinin yapılması oluşmuştur. Buna göre bu kurum da yetişen aydın(öğretim üyesi, akademisyen, bürokrat, teknokrat, düşünce üreten serbest yazar-çizer kesim…) tipolojisinin düşünce yönteminin bu çerçevede örülmesinin devam ettiği sürece, bu durumuna bağlı  günümüz İslam dünyası Toplumlarında ve özelde Modern Türkiye’de pozitivizme bağlandırılmış yapay İslami gelişmelerin görünen hali şuna benzemektedir;  Tabanına dinamit ile döşenmiş bir arazi üzerine, artık “gecekondu”(bu 19. ve 20. Yüzyıl başlarındaki İslamcılarla yapılıyordurdeğil de, sadece “köşk yapmayı”( bu da günümüzdeki pozitivist ve hermonotik İslamcılarla yapılıyor) ifade eden bir durumu/sosyal illizyonu  ortaya koymaktadır. Yani Pozitivizm tesirindeki İslami gelişmeler, böyle yeni bir bağımlı sıçramayı üretmektedir. Oysa İslam/Türk-İslam dünyasında “Bilgi Üretme Yöntemi” çerçevesinde “ tevhidi düşünce” ve “tevhidi bilgi üretme sistemi”nin kurulumu üzerinden öze dönüş gerçekleşemediği sürece, günümüzde de, modernleşme- modernleşme teorisi etkisi, İslam dünyasında her alanda aktif etkinliğine hala da devam edeceği de ifade edilebilir.

3. İslami Hareketler ve İslamcılar ile modernleşme arasında kurulan ilişkiler ve çatışma noktaları hakkında oluşan literatür hakkında sizin kanaatleriniz nelerdir? İslamcıların İslam dünyasındaki modernleşmenin ana aktörü olduğu İslamcılığın da modernleşmenin bir sonucu olduğu söylemi hakkında siz neler düşünüyorsunuz?

Günümüze değin literatürdeki İslamcılık meselesine yönelik   değerlendirmeler genellikle tek bir alan (örneğin sadece ilahiyat, düşünce/felsefe, hukuk, edebiyat konuları) üzerinden yapılmış olan açıklamalara rastlanılmaktadır. Fakat din/ilahiyat, felsefe/düşünce, hukuk, edebiyat gibi bu alanların tamamının, bir toplum realitesi üzerinden birbirleriyle etkileşim halinde ortaya çıkardıkları bütüncül etki ile okunması, daha yüksek bir tahlil gücünü ortaya koymaktadır. Bu bağlamda bu alanları böylesi bir anlayışla bütüncül tarzda ele alarak bunun üzerinden bu konuyu incelemek, hem gerekli hem de tekli alan değerlendirmesine dayalı tahlilden çok daha yüksek seviyede bir anlama ve anlamlandırmayı ifade eden bilgileri ortaya koyabilecektir. Bundan dolayı böyle bir konunun Osmanlı Cihan Devleti sürecinde başlayan akışının okuması, Osmanlı sosyolojik bütüncül zemininde ona ait olan “Bilgi Üretme Yöntemi/ Düşünce Yöntemi” temel alınarak ortaya konulması gerekmektedir. Batı pozitivist bilgi yöntemini ve onu ürettiği kavramsallık ve akıl yapısı çerçevesinde Osmanlı yada İslam dünyasındaki İslamcılık konusunu çözümlemeye kalkışmak ise esasında “anticilik” konumundaki bilgi yapısı ile meseleye bakmayı   ifade etmektedir.” Anticilik” ise özgür gibi gözükme görüntüsü veren ama gerçekte “yeni bir bağımlılık” biçimini/türünü içermektedir.

Osmanlı ve Türkiye sürecinde İslamcılığı en doğru bir değerlendirmeye tabi tutulabilmesi için öncelikle İslam’ın Bilgi Üretme Yöntemi üzerinde konuya bakmak gerekir. İslam’ın Bilgi Üretme Yönteminin varlığını bilmeden sadece Pozitivist argümanlarla ve/ya bu Pozitivist argümanları, İslami bir çepere dönüştürerek İslamcılığa bakmak, en iyi ihtimalle Batı’lı materyalist muhafazarlığı temsil eden Hermonotik Bilgi Üretme Yöntemi içinden İslam’a bakmayı ifade edecektir. Bu durum ise sosyal tahlil yapısı açısından, öncelikle İslamcılığın sosyolojik konumunu doğru anlamayı engelleyebilecektir. Buna göre öncelikle İslamcılık konusuna mevcut literatür eksenindeki tartışmalar ağırlıklı olarak İslam’ın kendi Bilgi Üretme Yöntemine göre yapılmış tartışmalar olmaktan uzak ya doğrudan Pozitivist Bilgi Üretme Yöntem anlayışın akıl yapısı ve onun oluşturduğu kavramsal çerçeveye göre ya da en iyi ihtimalle Batı materyalist dindarlık anlayışının bilgi üretme yöntemi olan Hermenötik Bilgi Üretme Yöntem anlayışının kurduğu akıl ve kavramsal çerçeve ile yapıldığını bilmek, görmek ve bunu söylemek oldukça önemlidir. İnceleyen kişide oluşan bu idrak, ilim alanda ictimai hakikati ortaya koymada önemli bir açılım sağlayabilecektir.  Bu ifadeler çerçevesinde Osmanlı’dan günümüze İslamcılık ile ilgili bilgi üretimi konusundan yapılan tartışmalar ve oluşan müktesebatın mahiyeti ağırlıklı olarak, Batıcı Bilgi Üretme Yöntem kodlarına göre yapıldığı söylenmektedir. İslamcılık projesinin İdeal İslam Medeniyet Yapısının yeniden ihya edilmesindeki başarısızlığının arkasındaki nedenlerden birisinin bu olduğu söylenebilir.

Bu noktada biz bu durumun/başarısızlığın(ideal yapıya ulaşmada başarısız  olunan İslamcılık projesinin) oluşmasında, öncelikle sosyolojik zeminde İslam’ın bütüncül mahiyette özgün bilgi üretme yöntemi olan “Tevhidi Düşünce Bilgi Üretme Yöntemi”ne göre ve onun ortaya çıkardığı “Tevhidi Akıl” ile  bilginin üretilmesinde karşılaşılan  olumsuz durumların bir değerlendirilmesinin gerekli olduğunu  söyleyebiliriz. Yani Tevhidi tahlili gücüne göre ya da “tevhit- bilgi” ve “tevhit-özgün bilgi üretme yöntemi” eşliğinde bir başka ifade ile İslam’ın Bilgi Üretme Yöntemini merkeze alan bir bakış ile, İslamcılık konusunun değerlendirilmesinin gerekliliği bulunmaktadır. İkinci olarak da “Kavram”ların kullanımını da, yine Tevhidi Düşünce Bilgi Üretme Yönteminin kavram üretme yapısına göre oluşmuş olan kavramları kullanılması üzerinden konuyu değerlendirmek gerekmektedir. Çünkü her medeniyet kendi özgün “Varlık -Düşünce-Kavram”  üçlü bağıntısı üzerinden sosyal ilimler ve onun ilim dallarının bilgisini üretir gerçeği vardır. Ancak bu izafilik idraki yoluyla İslamcılık meselesinin tahlili, çözümlemesi ve onun kapsamlı anlamlandırılması gerçekleştirilebilir. O halde sistem ve bilgi üretme yöntem temelli tahlil yaklaşımı ile bu konunun inceleme metodoloji belirlendikten sonra, yaklaşık Tanzimattan bu yana(186 yıl) Osmanlı aydının ve İslamcı çözümlemeci mensupların içine düşürüldüğü antici tahlil yapma kategorisinden çıkılmasına yönelik yeni, özgün görüşlerin geliştirilmesiyle böylece mümkün olabilecektir. Çünkü bu bağımlılaştırıcı yada bağımlı düşünme süreci, çeşitli ad ve yöntemlerle toplumumuzda ve medeniyetimiz üzerinde hala da devam etmektedir.    

İslamcılığın başlangıç döneminin 19. Yüzyıl süreci ile irtibatlandırıldığında, 19. Yüzyıl Osmanlı yapısını, Tevhidi Düşünceye dayalı “toplum sistemi” özelliklerinden giderek uzaklaşmaya yönelmiş ve buna bağlı olarak da yapıda öze yönelik bir kültürel soğuma sürecinin başladığı görülür. Bunun için İslamcılığın Osmanlı ve Türkiye sosyolojilerinde konuşulabilmesinde 19. Yüzyıldan itibaren Osmanlı’da başlayan siyaseti etkileyen sosyolojik dönüşüm unsurlarını bilmek ve ona göre İslamcılık üzerinden süreç okumasının yapılması gerekmektedir. Bu bağlamda İslam’ın ideal içeriği olan Tevhidi Düşünce Yöntem/Tevhidi Düşünce Bilgi Üretme Yöntem anlayışına göre her alanda özgün bilgi üreterek kurulmuş  olan Osman toplumunun sistemsel yapısı, 19. Yüzyıl sürecinde 1807 yılında Halife ve Sultan olan 3. Selim’in hal edilmesi ile fiili olarak çözülme sürecine adım adım girmeye başlamıştır. Eş zamanlı süreçte İngiltere’de ise Sanayi devrimi, liberal içerikli sosyolojik etkilerini ortaya çıkarmaya başlamıştır.   Bu süreçte Osmanlı’da başlayan kaotikleşme, Tanzimat ile birlikte artık yeni bir evreye girmiştir. Osmanlı Devletine, tepesinden yani sadaret makamı üzerinden İskoç klasik liberalist Adam Smith ve Ricardo’nun klasik liberal ekonomi bilimi ve aklını, İngiltere’nin İstanbul Büyükelçisi vasıtasıyla İngiltere’den getirilen ekonomist Urquat tarafından liberal ekonomiyi Osmanlı’ya öğreterek, bunun adım adım hayata geçirilmesini temellendirmişlerdir. Bu Anglo-Sakson kozmoscu anlayış, Osmanlı Devlet yapısı içinde bir kısım üst düzey yöneticilerde karşılık bulmuştur. Bu çerçevede Fransa ise pozitivist-kaoscu tanrı tanımaz anlayışını, Osmanlı idare hukukuna ve sosyal düşünce yöntemine, sosyal düşünce yapısına/sistemine bir ölçüde yerleştirmiştir. Alman Tarihselci ekolünden ise iktisatçı List’in milli ekonomi oluşturma amaçlı tesirleri ile Osmanlı Devlet ve toplum yapısı sosyal düşünce yöntem ve sistemine,  klasik liberal ekonomi politikası aktarımı ile materyalist sosyal düşünce  yönlendirmesinin bütüncül etkisi ile  Osmanlı toplumu  tepeden aşağıya doğru iktisadi hayatta batılılaşmaya maruz bırakılmıştır. Bu süreç sosyal düşünce yöntemi ve iktisadi model vasıtasıyla   1908’ e kadar devlette ; Yerli Tevhidi içerikli Osmanlı ve  onun mensupları bürokratlarla  liberal-kapitalist pozitivist ve hermenötik anlayışa göre Batı merkezli düşünen aydın kesimi/bürokratlar arasında mücadele sürmüştür. Yerli kesim tevhidi içerikli Osmanlı kesimi kendi Bilgi Üretme Yöntemini unutmuş bir halde Batı’lı yerlilerin saldırılarına onların kavramları etkisine girerek o türden cevaplar üreterek antici konuma düşerek devlet koruma çabasına girmişlerdir. Bu mücadele süreci yaklaşık yüz yıllık süreçte (1807-1908) devam etmiştir. Sonuçta Devleti ele geçirme gücü, Batı’lı içerikli aydınlara doğru evrişmiştir. 1908-1928 sürecinde ise artık pozitivist devlet aklı ve sistemi Modern Türkiye sosyolojisine; “Kurucu Yöntem” ve “Kurucu Akıl” ve ”Kurucu Bilgi Sistemini” oluşturacak şekilde yön vermiştir. Buna göre 1807’den yaklaşık 1928‘e değin İslamcılığın bu gelişen Osmanlı-Türkiye yapısındaki sosyolojik etkiler çerçevesinde İslamcılığın bilgi üretme seyrinin nasıl geliştiğini görerek, İslamcılık ile ilgili tespitleri bu bütüncül çerçevede yapmak gerekir.

Öncelikle şunu belirtme gerekir ki II. Meşrutiyet dönemi, İslâmcı düşünce anlayışının veya akımının 19. Yüzyıldan buyana kendi tarihî gelişiminde en önemli dönüm noktasını oluşturmaktadır.  Bu noktada İslamcılık, İslami düşünce adamlarının Sanayileşmiş Batı medeniyeti karşısında içine düştükleri gerilik durumunda İslami kalkınmayı teşvik eden değerleri öne çıkarmayı amaçlayan bir çerçevede gelişmiştir.  Bu bağlamda İslam dinin içine girmiş olan ve özünden uzak olan anlayış ve uygulamaları ıslah etmek ve dinin esas kaynaklarına dönerek oradan hareket etmeyi benimsenmiş bir anlayışı ifade etmektedir.  

19. Yüzyıldan buyana İslamcı tipleri ele alırsak bu konuda en kabaca bir tasnifle üç ana eksen   şeklinde oluştukları görülmektedir:

Birinci kitle doğrudan İslam’ın özüne bağlı kalınmasını savunan İslami İdealist kesimdir. Bunlar ; Şeyhülislâm Mûsâ Kâzım ve Sait Hailim Paşa gibi karakterlerin temsil ettiği  ideal çizgide kalan eksendir. Şeyhülislam Musa Kazım Batı medeniyetini özellikle sosyal adalet fikri açısından eleştirirken, İslâm dininin bir milletin gelişmesi için gerekli bütün ilkeleri içinde barındırdığını savunmuştur.

Said Halim Paşa ise özgün bir medeniyet inşasıyla topyekûn İslâmlaşma arasında tam bir sebep-sonuç ilişkisi bulunduğunu belirtmekte, buna karşılık geri kalmışlığın bir sebebi olarak gördüğü skolastik zihniyeti eleştirmektedir. Böylece bu ideal kesim herşeye İslam merkezinden bakılmasını ile gelişmenin gerçekleştirilebileceğini düşünmektedirler.

 Bu idealist kesimin kendi içindeki Tevhidi Felsefe anlayışı üzerinden yürüyen bir alt grubu bulunmaktadır. Bu kesim ise İslamcılığı oryantalizm ve Batı maddeciliğine karşı savunan mukaddesatçı Tevhidi Felsefi düşünce içeren kitledir. Bu özgün ilim dalı üzerinden Filibeli Ahmet Hilmi, İsmail Fenni, Elmalılı Hamdi Yazır gibi ilim insanlarının ortaya koydukları idealist ekseni içeren İslamcı yaklaşımlardır. Bu kitle, milli -mukaddesatcı eksenden hareketle  Tevhidi felsefi akıl ile, materyalizmi veya materyalistik modernleşme olgusunu eleştiren özgün içeriğe sahip kesimdir. 

Bunlardan ikinci kitle/kesim ise; İslami rönesanscı karma/mix tipli kitledir. Bu kitle, İslâm’ın hakikatine dönmekte yani İslâmlaşmayı benimseyen kitledir. Fakat bu kesim göre İslâmcılık hareketi, hem bir öze dönüş hem de bir modernleşme projesi olarak sunulmuştur. Bunların, “niyeti iyi ama İslamlaşmayı yeniden gerçekleştirme adına yöntemleri yanlış olan İslami rönesanscı kitle kitledirler”. Bu kesim, İslamlaşmayı hem öze dönüş hem de  modernleşmeyi savunma bileşkesini,  örneğin İslam felsefesi alanında İzmirli İsmail Hakkı İslâm düşünce geleneğine rasyonel, kapsamlı, eleştirel ve belli ölçüde eklektik bir biçimde yaklaşmayı deneyerek karma/mix tipli bir İslamcılık tipini geliştirmiş oldukları görülmektedir. Oysa İslam’ın kıyamete kadarki tüm dönemlerde, her türlü teknolojik seviyedeki toplum yapısındaki uygulamalarında ve gündelik hayat tarzına bütüncül anlayış ile bakabilen üstün bir kültür yapısı bulunmaktadır. Bundan dolayı İslam’ın Modern Batı medeniyetinden kültürel ve soyut değerler başta olmak üzere her konusundan aktarmacılık yapılarak oluşacak eklektizme, proteze hiç ihtiyacı bulunmamaktadır. Fakat İslâmcılık anlayışı, Sanayi Devrimi üzerinden makinalaşma-teknolojik gelişme ye sahip materyalist içerikli Batı Medeniyetinin gelişmesi baz alınarak bu eksende, Osmanlı Devleti’nin yenilenmesini ve güçlenmesini sağlama adına ortaya konulmuş bir harekettir. Bundan dolayı İslamcılık, İslam’a yapılan bu mekanistik türden fikri ve fiili hücumlara karşı, verilen cevabı içermektedir. Ancak bu cevap verişlerin ikinci kategorisindeki kitlenin, Batı akılcılık yapısı/rasyonalizmi üzerinden İslam’ı/İslamcılık anlayışını, Batı modernleşmeci gelişme değerlerinin içine girdirerek İslamcılığı, Batı modernleşme zihniyeti üzerinden eklektize ederek, bu konuda protez bir açıklamayı ortaya koyduğu görülür.   

Bu durumda ise yeniden inşada kullanılacak bir yöntem kayması oluşmuştur. Yani bir taraftan İslam-Tevhit merkezli bir anlayışla İslam, özüne uygun olarak yeniden inşa edilecek niyeti taşınmakta, diğer taraftan da modernleşmenin la-dini içerikli olduğu için de pozitivist yönteme ve onun kavramlarını kullanma hali oluşmaktadır. Bunun karmasından de, öze dönüş içerikli bir İslamlaşma beklenmektedir. Bu tipin/kesimin savunucularına göre Osmanlı’da “İslamcılık”, böyle bir metoda göre oluşması istenmektedir. Bu Mix türdeki İslamcılıktan da en iyi ihtimalle hermenötik İslamcılık çıkabilir. Günümüz ifadesiyle light İslam dediğimiz bir çerçeve yapının oluşmasını yada materyalist İslamcılık şeklinde de ifade edilecek türden bir “yapı “, maalesef öze dönüş olarak sunulmuştur.

 Üçüncü Kitle ise Cemâleddîn-i Efgānî, Muhammed Abduh gibi düşünürlerin başını çektiği modern Batı düşüncesi pozitivist merkezinden harekete ederek İslam’a karşı “ıslahatçı“ bir çizgide bulunan Batı’ya bağlı modernist İslamcılar kategorisidir.  Bu çizgideki düşünürler, sanayileşmiş Batı liberal kapitalist dünya örgüsüne karşı İslam’ın buna güncel olarak cevap veremediği düşüncesinden hareketle, İslam’da din anlayışı ile ilim geleneğinde ıslahata gitmenin gerekliği görüşünü savunan bir İslamcılık ortaya koymaktadırlar. Böylece Efgāni’nin inkılâpçı tutumu ile Abduh’un reformcu anlayışının bu yeni modernist ıslahatçı İslamcılığın en bilenen öncüleri olarak görmek gerekir.

Sonuç olarak; İslamcılık belli ölçülerde tam olarak denk düşmese de 19. Yüzyıl Osmanlısı ve 20. Yüzyıl başlarında Batı Modernleşme anlayışının tesirinde olan bağlı bir zihniyet ve yöntem üzerinden bilgi üretilmesi şeklinde görülen bir harekettir. Bu hareket üç ana grup/kesim üzerinden tasnifi yapılabilir. Bu gruplar; “İslami İdealist kesim”,” İslami rönesanscı karma/mix tipli kitle” ve ” modernist İslamcılar” kitlesidir.

Osmanlı Toplum yapısı üzerinde görülen İslamcılığın bu üç ana grup üzerinden gelişme seyrinin en kapsamlı açıklamasını, bir sosyo-kültürel sistem de görülen Kültürel değişmenin üç aşaması olan “Kültürel Kalkış”, “Kültürel Olgunlaşma” ve “Kültürel Çözülme/Kültürel Soğuma” şeklindeki durumunu, kültür değişme kuramı bağlamında açıklamanın da gereği bulunmaktadır.

 “Kültürel Kalkış” döneminde bir sosyo-kültürel yapı  mensupları/aydınları/bürokratları/gençleri/insanları…vb, kendi değerlerine karşı idealisttir. Toplumdaki bu unsurlar kültürel özlerine uygun yeni bilgi inşa edicidirler. Bu sosyolojik süreç te ; Bu toplumun gençliği dinamik, heyecanlı, hak anlayışından tavizsiz olup idealistlik fikirlere göre davranışlarını ve tutumlarının ortaya koyar durumdadır. Aydını ise kültürün özüne bağlı yeni bilgi inşa eden bir zihniyete sahiptir. Yapılan bu idealist sosyolojik çalışmalar,   sosyo-kültürel sistemi yeni bir üst noktaya taşır.

Bu yeni üst nokta ise sosyo-kültürel sistemin/yapının/toplumun artık “Kültürel Olgunlaşma” dönemine geçmesini sağlamaktadır. Burada kültürel değerler, aktif uygulama alanında caridir. Bu süre sosyo-kültürel yapının tepeye çıkıp artık burada yatay ilerleme seviyesine gelince sistemin unsurlarının kendilerini “güven” de görme ve “sosyal kibir” içine girerek yapının topyekün rehavete girmeleri süreçi oluşmaya başlayabilir. Bunların oluşması halinde toplumda, yeni bilgi üretmeye yönelik bir tembelleşme oluşmaya başlar. Bunun sonucunda da, oluşan sosyal sorunlar, giderek birikmeye başlayarak bunlara yönelik çözümlere özgün yeni bilgi inşası ile cevap üretilemediği takdirde Toplumda, yavaş yavaş sosyal huzursuzluklar baş göstermeye başlar.

İşte bu kültürel kalkış ve sonrasında olgunlaşma süreci İslamcılık kitlesi içindeki burada ele aldığımız üç gruptan ilki olan” İslami İdealist kesim”, 1299, 1453 ve 1517- 1750/60’lar arasında cari olan dinamik ruh ile doğrudan ilişkisini devam ettiren az sayıdaki idealist kesimdir. Bunların görüşleri İslam Medeniyetinin idealist değerleri üzerinden hareketle özüne uygun yeni bir kültürel kalkışa yönelme arzu  gayreti içeren kesimdir. Fakat bu ideal İslamcı kesimin 20. Yüzyıl başlarında yeterince başarılı olamamasının en önemli nedeni olarak Tevhidi bilgi üretme yöntemli bir kültürel kalkış bilgisi üretmek yerine, genel manada İslam’ın Batı’ya karşı üstünlüğünü ifade etmekle yetinmelerinin getirdiği zamanı okuyamama sorunu yaşamaktan kaynaklanmaktadır. Oysa İslam’ın Kültürel Kalkışına, “Yöntem” anlayışı ve onun bilgi sistemini kurması ve buna göre insan yetiştirmesi ile başlanılmıştır. Bu noktada idealist İslamcı kitle, İslam’ın Bilgi Üretme Yöntemini kendi zamanlarında özüne uygun olarak üreterek, yeni bilgi üretme sistemini tevhidi bağlamda ortaya koymaları ile yola çıkmaları gerekmekteydi.  Bu özelliği bu kitle, geliştirememiştir. Bu kesim çok iyi niyetli ve İslam’ı savunmada saf kalmış olmalarına rağmen, kendi dönemlerinde, bilgi üretme yöntem inşası üzerinden İslam’ın özüne uygun bilgisini üretmeye yönelememişlerdir. Bu durum İdealist İslamcı kitlenin başarısız olmasına yol açmıştır. Bu konuda yeniden kültürel kalkış için bilgi üretmenin yöntem bilgisinin öneminin ve onun nasıl oluşturulacağının da  yeterince bilinemediği söylenebilir.   

 Osmanlı Toplum yapısındaki bu süreç, bu eksende devam etmeye başlayınca da bir müddet sonra sosyo-kültürel sistem/yapı, kültürel değişmenin üçüncü aşaması olan     “Kültürel Çözülme/Kültürel Soğuma” sosyolojik sürecine giriş yapar olmuştur.

“Kültürel Çözülma/Kültürel Soğuma” da artık toplumda sorunlar artmış, kendi kültür sisteminin değerlerine yöneliş azalarak bu yönde yeni bilgi üretilmeyerek buna bağlı oluşan sorunlar, toplumsal patolojik hal almaya başlamaktadır. Toplum(en başta aydınlar, ilim adamları, bürokratlar) kendisine güvenini kaybetme duygusuna kapılarak, kendi kültürel değerlerine karşı “soğuma dönemi”nin içine girerler.  Bunu giderebilmek için aydınlar, başka bir gelişmekte olan kültürel yapıdan(bu yapı kendi dünya görüşüne zıtta olabilir) alıntılar, aktarmalar, taklitler yapmaya başlarlar. Yapılan bu alıntıları da kendi yapısına aktardığında yada uyarladığında, her iki yapının birbirlerine göre yöntem, akıl, sistemsel özelliklerinin nitelik farkı olacağından dolayı, yapılan alıntı ve aktarmalar, alıntı yapan kültür sistemini daha da hızlı gerileme içine sokamaya başlayacaktır. Bu durumun bir müddet sonrasında ise alıntı yapan yapı, kendi kültürüne karşı çözülme içine girerek, toplumun, aydının, ilim adamının topyekün bir “Kültürel Soğuma” içine girmesini oluşturacaktır. Böylece bu dışardan ithal edilen sosyal düşünce anlayışları, alıntı yapan medeniyetinin/sosyo-kültürel sistemin, kendisini belki “bitkisel hayata” belki de yapının “yıkılmasına” yol açacak bir yola girdirmiş olmaktadır. İşte bu noktada İslamcı ikinci kesim olan İslami rönesanscı karma/mix tipli kitle” ve İslamcı üçüncü kesim olan ” modernist İslamcılar” kitlelerinin  ortaya koydukları tavırlar bu soğuma veya çözülme süreçlerini daha da artırmış olduğu söylenebilir. Bunun da ana nedenlerinin birisi yine birinci gruptaki kesim gibi bu ikinci ve üçüncü gruptakilerinde İslam’ın özgün bilgi üretme yöntemini bilmemelerinden ve özgün bilgi üretme yöntemi bağlamında İslam’ın özüne uygun yeni bilgisini, zamana göre üretememiş olmalarından kaynaklandığı söylenebilir. Kanaatimizce İslamcılığın başarısız bir proje haline dönüşmesinin ana nedenlerden birisi budur.” Yöntemli bilgi üretme”, “Kurucu Yöntem bilgisine sahip olamama ve/ya onu unutma” gibi unsurların, tüm İslamcı tarafların başarısızlığının ana nedenini oluşturduğu söylenebilir. Fakat İslamcılığın başarısız olmasındaki literatürde konuşulan sebepler bu büyük ana sebep yanında ikincil derecedeki nedenler olarak kalmaktadır. Bu özgün bilgi üretme eksikliğinin varlığı yani Tevhidi Düşünce Bilgi Üretme Yöntem eksikliğinin bulunduğuna dair bir konunun, bu literatür incelemelerinde göze çarpan  ve ona  değinilen bir konu olmaktan oldukça uzak olduğunu ifade etmek, yanlış olmasa gerek.

İşte 19. Yüzyıl sürecinde başlayan 20. Yüzyıl başlarında en zirvesine çıkan Osmanlı’daki İslamcılık hareketinin sosyolojik serencamı, bu çizgide bir “kültürel soğuma ve kültürel çözülme” etkisi ile neticelenen bir aktiviteyi içermektedir. Osmanlı aydının bu konuda 19. Yüzyıldan itibaren kendi özüne dönerek çıkış yapamamasının ana nedenlerinden birisi yukarıda da ifade edildiği gibi kendi bilgi üretme yöntemini kayıp etmiş olmasıdır.

Osmanlı aydının İlk inen Alak Suresindeki  “Yaratan Rabbinin adıyla oku” ayetini, 19. Yüzyıl sürecinde Tevhidi Düşünce Bilgi Üretme Yöntemi temelinde ; “Tevhit- düşünce”, “tevhit- yöntem”, “tevhit bilgi”, “tevhit- bilgi üretme yöntemi”,  “tevhit -kurucu bilgi üretme sistemi”, şeklindeki etkileşimi ortaya koyup bunu da yeniden tevhidin zamana uygun yorumunun  ilim dallarını inşa etmede ve bilgi üretmede özgün inşanın yapılması yönünde derin bir eksikliği içine girmiş olduğu görülür. Bu kesim, İslam’ın özünde var olmasına rağmen Batı’nın bilgi üretme sisteminden çok ileri bir bilgi üretme yöntem anlayışı geliştiremediklerinden( ki oysa o, vardır. Fakat o dönem bu görülememiştir) Batı’dan gelen   modernleşme yapısına, bütünsel ve “yapısal sistemik” bir karşı duruş sergileyememişlerdir. Tam tersi onun etki alanı içinden hareket ederek, İslam’a ve modernleşmeye bakış üretilmiştir. Böylece İslam’ın özüne uygun yeni bilgi üretme niteliğini anlayıp bunu geliştirip buna göre yeni bilgiyi kontrol etme ve onu yönetme sorunu, esasında İslamcılığın temel sorunu olmuştur. Bunun eksikliğini giderme yerine veya her şeye yön verecek tevhidi bilgi üretme sistemi geliştirme sürecini besleme yerine, ancak tasnifimizdeki birinci idealist kesim, İslam’ın kaba/çok genel düzeyde kalınacak bir sistem savunmasını yapabilmiştir. Fakat bu kesiminde bilgiyi kontrol etme ve onu yönetme yada yeniden özüne uygun bir bilgi üretme yöntemini inşa etme konusunda sorunlarının olduğu söylenebilir. Bu idealist kesimin dahi  konuya yani İslamcılığa, “Bilgi Üretme Yöntemi” üzerinden ciddi ve derinlikli düzeyde hiç yaklaşmadıkları söylenebilir. Çünkü eğer böyle bir yaklaşım geliştirilmiş olunsaydı, Modernleşmeye karşı İslam’ı genel sistem özellikleri ile savunma yerine Modernleşmenin ortaya koyduğu kavramlara karşı İslam’ın her an için yeni bütüncül bilgi üretme imkanını ortaya koyarak oryantalist, pozitivist ve hermenötik modernleşmecilik sistemine karşı çok güçlü ilmi karşı duruş ortaya koyabilinmiş olunacaktı. Bu yapılsaydı, diğer İslamcı kesimlerin önüne öncü, çağa yön veren ve içerden bakışta kalınmanın örnekliğini sunmuş olabileceklerdi. Böylesi bir durumu da ancak bir ölçüde  gerçekleştirme ihtimali, yukarıda ifade ettiğimiz  idealist birinci kitle için geçerli olabilecektir.  Diğer ikinci ve üçüncü kitleler ise büyük ölçüde modernleşme- pozitivizm tesirine girmişlerdir. Bu durum, özellikle üçüncü kitlenin yani “modernist İslamcılar” kesiminin bu pozitivist etkiye açık olmasını ve Batı’cı bürokrasinin Osmanlı Devleti’nin teknokratik aklına yöne vermesini ortaya çıkarmıştır. Tüm bu durumlar- süreçler, 19. Yüzyıl ve 20. Yüzyıl Osmanlı’sındaki “Kültürel Soğuma” sürecini adım adım hızlandırmıştır. Böylece söz konusu gelişmeler çerçevesinde “İslamcılık” gibi bir konunun ağırlıklı olarak, Batı modernleşmeci aklının(pozitivist, science, salt akılcılık) içine hapsedilerek  ele alındığı görülmektedir. Bu durum ise ilgili üç kesimin kendi ait oldukları tonlama içerisinde süreci doğru okuyamamalarının getirdiği bir durumun oluşmasına yol açmıştır.

4. Gelenek ve Modernlik birbirine muhalif söylemler midir? İslamcılar gelenek ve modernlik denklemini doğru bir şekilde formüle edebildiler mi?

Modernliğin en temel özelliklerinden birisi, gelenek karşıtı olmasıdır. Modernlik esasında Batı Avrupa’ya ait bir sosyolojik olguyu ifade etmektedir. Kilisenin 4. Yüzyıldan buyana Avrupa insanını sömürmesine adım adım ilerlemesinin sonucunda Kalvinist Protestanlığın kurulması sonucu oluşan süreçte 17. Yüzyılda Kiliseye ve dolayısıyla geleneğe karşı “Bilimsel Düşünce”yi savunan la-dini içerikli fikir yapısı ile   salt akılcı/rasyonalist akılcılığın yaygınlaşması gelişmiştir. Bu süreç “Modernleşme-Gelenek” antogonizmini ortaya çıkarır. Böyle bir tartışma İslam dünya görüşünde asla yoktur. İslam’da medeniyetinde Din, daima ilimle yol alarak toplumsal sürecin önünde “süreci açıcı” bir işleve sahiptir. Bu bağlamda “İçki, 7. veya 9. Yüzyılda da haramdır, 20. Yüzyılda da haramdır…” örneğinde olduğu gibi İslam’da geleneksel değerler ile yaşanılan zaman arasında birliği ve bütünleşmeyi sağlayan bir özellik bulunmaktadır. Dolayısıyla İslam’da “gelenek” ve İslam’ın kitap -sünnet anlayışını koruma bağlamındaki” gelenekçilik”, Batı Modernleşme zihniyetindeki anlam dünyasından oldukça farklılık taşımaktadır.

Bu noktada İslamcıların gelenek ve modernlik denklemini ağırlıklı olarak doğru bir şekilde formüle edebildikleri söylenemez. Çünkü İslam dünyası ve Osmanlı’daki İslamcı kitlenin pek çok kategorisi olduğu için bunlardan sadece çok az bir kitlenin İslam’ı her konuda merkezine alarak, ona göre Batı’dan geri kalışı gidermek anlayışının savunusundadır. Bu yönde Batı’da ortaya çıkan teknoloji ve diğer alanlara yönelik gelişmelere karşı İslam noktasından bakan, bunu da ancak İslam’ın genel  bakış çerçevesinde ortaya koymuşlardır. Yani Derinlikli  ve özgün bilgi üretme yöntemi üzerinden metotlu bir bakış ile bu yapılmamaktaydı. Ancak bunların dışında pek çok kitle/grup reformist İslamcılar, modernist İslamcılar, orta yolcu /grileşmeci İslamcılar ise “İslami değerlere bağlı kalalım ama geriyiz bu geriliği gidermek için Batı’daki kavramları anlayışları İslam’ın içine giydirelim” anlayışı üzerinde tavır ortaya koymuşlardır.  Yani modernist/pozitivist çerçevede oluşmuş bu kavram ve anlayışları İslam’ın içine yerleştirmek suretiyle, “grileştirilmiş bir İslamcılık” tipini savunan kesimler oluşmuştur. Milliyetçilik bağlamında pozitivist-liberal teori üzerinden Durkheim ve Weber çizgisinde oluşan karma (mix) analiz gücü ile hermenötik-pozitivist yöntem içerikli “Türk Milliyetçiliğinin İslam ile bu tür üzerinden ilişkisinin kurulduğu etkiler ortaya çıkmıştır. Tüm bu açıklamalar özellikle 20. Yüzyıl başındaki Osmanlı Dönemi İslamcı kesimin karşılaştığı durumlar olup, bu süreçte bu kitle, gelenek ve modernlik denklemini ağırlıklı olarak doğru İslam’ın Tevhidi bütüncül akılına göre  doğru bir şekilde terkipleştirdikleri söylenemez.

5. Wael Hallaq’ın da üzerinde durduğu gibi İslam, modernleşme dışı bir alternatif olma  özelliğini koruyor mu? İslami hareketlerin ya da İslamcıların bu bağlamdaki yetenekleri nelerdir?

Wael Hallaq’ın İslam dünyasında müslüman aydının modernleşmeye bağlı düşünce yapılarının hala mevcut olduğunu bundan dolayı İslam dünyası ilim adamlarının entellektüel  ve yapısal sorunlarının bulunduğuna dikkat çekmektedir. Bundan dolayı İslam dünyasında ilim adamları batı taklitçisi, modernleşme takipçisi, liberal eksenden kendi kültürüne bakan ve liberal eleştiriye sağlık yapmaktan uzak bir çerçevede Modernleşme tesiri içinde bocalayan bir tip ve kimlikle ele aldığı görülür. Ayrıca Wael Hallaq İslam dünyasındakidüşünürlerin Batı liberal zihniyetin altında yatan hegemoncu bakışı ve bunu sağlayacak materyalist aklı, kendi kültürü açısından eleştiriye tabi tutmadan benimsemelerine dikkat çekmektedir. Bundan dolayı İslam dünyası düşünürlerinin ya da ilim adamlarının Batı düşünce yöntemi ve bilgi sistem kurulumu ile ideolojik yapıları arasındaki farkın ilmi tahlil yoluyla ortaya konulması kültürüne henüz yeterince sahip olmadıklarını ifade etmektedir. Bu yönüyle Wael Hallaq İslam düşünürlerini, İslamcı ekseni eleştiriye tutmakta ve buna da devam eden bir çizgide bulunmaktadır. Wael Hallaq ayrıca İslam dünyası entellektüelllerinin bir kimlik sorunu içinde bulunduklarına da dikkat çeken değerlendirmeleri göze çarpmaktadır. İslam düşünürlerinin İslam tarihini ve geleneğini akıl ve rasyonel inşa edicilikten uzak  olarak gören bir taklitçiliğin ve aktarmacılığın içinde olduklarını dahi fark edemediklerini belirtmesini, oldukça çarpıcı bir değerlendirme olarak görmek gerekir. Çünkü buradaki akıl; Aydınlanma ve pozitivist içerikli liberal-seküler içerikli bir örgü ile oluşmuş akıldır. Bu akıl ile İslam dünyasının değerlerine bakan bir bakış söz konusudur. Bundan dolayı günümüz İslam düşünürleri, İslamcı entelektüel görüntülü tiplerin ancak ne kendisini, ne kendi sistemini, ne de   Batı sistemini derinlikli mukayese aklı ile ele alabilecek bir durumda olmadığı kompozisyonu ortaya çıkmaktadır. Bu nokta   İslam dünyası düşünürü; Weber’i, A. Smith’i, Keynez’i, Marks’ı… vb.lerini, aktarmacılık ve taklitçilik üzerinden ele alan sığ yorumlamalarla kendisine alan açmış bir konumda olduğu söylenebilir. Oysa yukarıda da ifade ettiğim gibi İslam gerçekte kıyamete kadar tüm toplumlara ve insana adaletli, huzurlu dengeli bir hayat tarzı sunan ve bunu da ilim ve Tevhidi Bilgi Üretme Yöntemi ile desteklenmiş bir dindir.  Bu ifade, İslam’ın bütün zamanlarda kendisine özgü açılım yapacağı, pagan yapı ve sistemleri köklü eleştiriler getirebileceği ve dolayısıyla bu yapıların, sistemlerin ve ideolojilerin   fikir yoluyla çökertilmesine imkân veren ve bir güce sahip olduğunu da ifade etmektedir. Buna göre İslam,  ilahi ilim ve ilmi yöntemle desteklenmiş  bir dindir. İslam bu özelliği ile yeni inşa ve ihyayı her alandan yapabilecek bir potansiyel sahiptir. Fakat özellikle Tanzimat’tan buyana gelişen sürecinden itibaren İslamcı aydın ve İslam Medeniyetinin düşünce adamları, genellikle modernleşmenin yöntem, akıl, bilgi kurulum sistemine göre eğitildiklerinden dolayı yeni bir inşa imkanının potansiyelini günümüzde de taşımadıkları, bu veriler çerçevesinde ortaya çıkmaktadır. Bu çerçevede istisna kabilinde Taha Abdurrahman gibi düşünürlerin yeni inşa denklemi içinde gözükmelerine/gösterilmelerine rağmen, onların da Batı pozitivist felsefe geleneğinin determinist ilişki sistem kuralı kültürü ile irtibatlı bir arka plan eğitimi ile yeni inşa arayışlarının kültür kodlarını taşıdıkları da söylemlerinden anlaşılmaktadır. O halde Modernleşme tesirinden uzak bir şekilde İslam düşünce insanlarının öncelikle İslam’ın tevhit anlayışına göre bilgi, akıl ve bilgi üretme sisteminin kurulumunu  üreterek, kendisine ilmi güven duyan, sistem mukayesesi aklı sahip ve özgün tevhidi bilgi üretme yöntemini(metodunu) geliştirerek bu işin içinden çıkması mümkün gözükmektedir. Tüm bunları da, Batı pozitivist ve hermenötik düşünce yöntemlerinden bağımsız olarak gerçekleştirmesi gerekir. Esasında bu da mümkündür. Çünkü yukarıda da söylenildiği gibi İslam, kıyamete kadar bütün insanlığın her alandaki sorunu çözebilecek ilahi kaynaklı bir din ve dünya görüşü olduğundan tüm bu sorunları sekülerleşme, pozitivist akıl, modernleşme ilkelerine ihtiyaç duymadan çözebilecek bir konumdadır. Burada en önemli özgün gelişme İslam’ın Bilgi Kurucu Yöntemini inşa etme konusudur. Bunu da, “Tevhidi Düşünce Bilgi Üretme Yöntemi” üzerinde kavramsallaştırarak hem Wael Hallaq’in İslam dünyasında yeni bir inşa imkanın görülmemektedir değerlendirmesine cevap verilmiş olmakla birlikte Yerli modernleşmecileri de hala içinde bulundukları taklitçilik ve aktarmacılıktan uzaklaştırılabilecek bir imkan da onlara sunulmuş olunmaktadır. Böylece bu “Kurucu Bilgi Yöntemi” yani özgün /Tevhidi Bilgi Üretme Yöntemi üzerinden tüm beşeri ve sosyal ilim dalları olmak üzere tüm ilim dalları, yeniden İslam’a göre üretilmesi mümkün hale gelebilir.

6. Modernleşme ve emperyalizm arasında ne tür bir bağ vardır? Bu bağlamda Osmanlı ve Türkiye modernleşmesi bu süreçten ne kadar etkilendi? Türk modernleşmesinin ayırt edici özellikleri nelerdir?

Emperyalizm, Modern Batı Medeniyetinin ; Oryantalizm, hegemonya, rasyonalite liberalizm, özgürlük, kapitalizm, pozitivizm kavramlarının üretmiş olduğu maddeci dünya görüşü ve ona dayalı olarak Batı dışı toplumların yer altı ve üstü kaynakları üzerinde hakimiyet kurmalarını içeren bir  kavram olarak oluşmuştur. Bu açıklama çerçevesinde emperyalim, sanayileşmiş ülkelerin sömürge ülkelerinde kurmuş oldukları egemenliği ifade eden bir anlayış olarak belirtebiliriz. Bu yönüyle emperyalizm, sömürgeciliğin eşanlamlısı konumundadır. Bu çerçevede emperyalizmin bu genel anlayışı özele yansıttığımızda yani onu modernleşme konusu ile irtibatlı olarak ele aldığımızda ise modernleşme anlayışının, emperyalizmin insani görünen yüzünü oluşturma çabası veya anlayışı olarak anlamak gerekmektedir. Bu iki kavramın eklemleşmiş halinin nihai niyet itibariyle; Modern gelişmiş Batı Medeniyet mensuplarının, Batı dışı toplumları özellikle Afrika ve Asya’daki ülkeleri sömürme amacını realize etmenin konuma mekâna ve zamana göre ortaya konulan birbirlerinin türevsel boyutları şeklinde görmek gerekir.  Bu noktada modern Batı terminolojisinin, emperyalizmi üç kategoride ele alan bir yaklaşım içerisinde olduğunu görmekteyiz. Bunlardan ilki, liberal düşünce geleneği üzerinden emperyalizme bakan sosyolojik bakıştır. İkincisi Marksizmin emperyalizmi liberal-kapitalist bağlamda eleştiren kuramsal içeriğidir. Üçüncü ise siyasal emperyalisttik yaklaşımdır. Bu bağlamında içinde aklın, kültürün, düşünce yönteminin/bilgi üretme yönteminin, bilim geleneğinin, bilim üretme yöntemin, sosyal bilimlerin oluşturan bilim dallarının oluşumunu hep emperyalist kültüre göre düzenleyen, kodlayan buna göre kendi kültürünü aktaran siyasal yapının maruz kaldığı emperyalizm türüdür.

Osmanlı ve Türkiye modernleşmesi bu emperyalist süreçten 19. Yüzyıldan itibaren Kültür emperyalizmi bağlamında oldukça yoğun etkilenmişlerdir. Bu süreç Modern Türkiye döneminde de hala devam etmektedir.Osmanlı‘daki etkilenmenin sosyolojisini, 19. Yüzyıldan sonraki tarihsel sosyolojik gelişmeler bağlamında ele almak gerekir.  1807-1839 arası dönem, Osmanlıyı emperyalizme hazırlayan kitlenin devlet karar mercine yerleştirilmesi sürecini içermektedir. Çünkü Osmanlı Cihan Devletinin eyaletleri olsa da temelde İstanbul, merkezdir. Yani Osmanlı, merkezi Devlet yapılanması olan bir sosyolojiye hakimdir. İşte bu özelliği ile anılan süreçte sadaret makamı çevresine Fransız sosyal düşünce kültür aklı, iktisadi hayata İngiliz klasik liberal ekonomi aklına sahip yöneticilerin ve etkin kitlenin yerleştirilmesi oluşmuştur. Bu durum aynı zamanda, Batı emperyalizmi-modernleşme ilişkisinin, Osmanlı Merkezi yapısında (Batı’cı emperyalist)mayanın tutturulması sürecini oluşturmaktadır.1839- 1908 arası süreç, bu yapının (Batı’cı emperyalist, işbirlikçi yapının) devlete hakim olma uğraşı sürecini ifade etmektedir. Modernist-emperyalist ilişki eksenin bileşke aklının Osmanlı Devlet Yapısı içinde stratejik kurumlara yön vermesiyle artık yerli kesime karşı stratejik hamle yapacak konuma gelmiştir. Böylece bu kesim Osmanlı Devlet Yapısı içinde İslam anlayışına sahip sosyal bünyeyi ve onun sosyolojik katmanlarını etkileyecek bir noktaya ulaşmıştır. 1909-1918 arasında ise Devlete yön veren bir modernleşme-emperyalizm aklı, İttihat Terakki üzerinde pozitivist anlayış teması ile perdelendirilmiş emperyalist kültür, artık yeni bir doğum yapacak operasyonel güce ulaşmıştır.

1923 Modern Türkiye’si ise bu bağlamda 15 Temmuz 1921’de Ankara yapılan Milli Eğitim Şurası ve 1923 Şubat -Mart aralığında yapılan Birinci İzmir İktisat Kongresi ile pozitivist-seküler akıl-modernist düşünce ve bu eksende geliştirilecek kültür devrimi ile soyut düşünce bağlamında Batı’ya göre düşünmeyi merkeze alan bir kültür emperyalizmi süreci ortaya çıkmıştır.

 Osmanlı Toplumdaki modernleşme-emperyalizm ilişkisi ile 1923 temelli Modern Türkiye sürecindeki modernleşme-emperyalizm ilişki farkının en  temeldeki ve her şeyi etkileyen farkı “Tevhit “ algılaması üzerinden meydana gelen farktır.  19. Yüzyıl sürecinde başlayıp 1918’ e değin gelen modernleşme ilişkisinin tarafları her şeyden önce İslam’ın yeniden inkişafını, ıslahını, ihyasını amaçlayan bir tutum ve zihniyet içerisindeydiler. Bunların yukarıda sadece kaba çizgileriyle üçlü grup tasnifi vererek her biri, takip ettikleri ekol/anlayışa göre, Osmanlı Devletinde İslam’i öze yeniden dönüşümün oluşumunu sağlamayı amaçlamaktadır. Fakat bunların, 19. Yüzyıl 1918 aralığındaki süreçte, Tevhidin ağırlıklı olarak dinin bir konusu, iman ve ahlakla olan ilişkisi üzerinde tevhidi anlamış oldukları söylenebilir. Tevhidin din ile iman ile ve ahlak ile ilişkisi elbette vardır. Ama sadece o kadar değildir. Tevhidin, toplumsal düzene yön veren boyutu da vardır. Burası gözden kaçırılmıştır. Bu kesim; Tevhidin “düşünce” ile, tevhidin “yöntem” ile, tevhidin “bilgi” ile, tevhidin “bilgi üretme yöntemi”ile, Tevhidin “kurucu bilgi üretme sistemi” ile olan ilişkisi şeklindeki özellikleri gibi   tevhidin, bilgi ve yöntem üzerinden ilişkisini kurma zayıflığı içine girmiş olduklarından dolayı bir kısmı pozitivist İslamcı, bir kısmı hermenötik İslamcı konumuna düşmüşlerdir. Bilerek yada bilmeyerek böylesi bir zaaf içine girmişlerdir. Bu kesimler, içine düştükleri zaaftın oluşturduğu etki ile de, modernleşme ve dolayısıyla emperyalizme hizmet etme realitesine ait oldukları bir çizgiye gelmişlerdir. 

1923 Modern Türkiye’sinin önceki dönemden temel farkı “tevhid”in sosyal düzen, sosyal sisteme yön veren etki alanlarının tamamen kaldırılmış olmasıdır. Bu yeni yapılan kültür devrimi ile tevhit düşüncesi ve aklı yerine pozitivist düşünce ve pozitivist/seküler akıl sosyal sistem ve sosyal düzen kuruculuğuna bilinçli ve tercih edilir şekilde yerleştirilmiştir. Bunun stratejik kurumsal yapısının oluşumu da, 1933 Yılında yapılan üniversite reformu ile pozitivist-modernist düşünce aklının Batı emperyalizmine bağlayan geleneğinin kurulumu sağlanmıştır. 1927 yılından itibaren Batı’ya doktoraya gönderilen öğrenciler pozitivist düşünce yöntemi ekseninde salt akılcılık üzerinden eğitim alarak bunu 1933 sonrasında devleti ve toplumun aydının insanın yetiştiği kurum olan Türk Üniversite sistemine akademisyen/öğretim üyesi olarak yerleştirilerek, İslam/Türk-İslam Medeniyet birikimine sahip Türkiye toplumu, aydını, insanı tevhit düşüncesi üzerinde sosyal, sosyal dünyayı, sosyal düzeni anlama birikiminde uzaklaştırılmıştır. Böylece bu kesim üzerinde tevhit idraki üzerinden; İnsan, toplum, varlık, eşya.. vb okumaları  neredeyse sıfır düzeyine indirilerek, modernleşme-emperyalizm ilişkisinin resmi ideoloji tarafından kurulumu gerçekleşmiştir. Bu süreç esasında hala da devam etmektedir. 20. Yüzyılın özellikle 1950’leirnden sonra çıkan İslamcı düşünürleri de; İslam/Türk-İslam Medeniyetinin “tevhit idraki” üzerinden bir bilgi üretme sistemi kurmayı ve sosyal ilim dallarının(felsefe, sosyoloji, iktisat, hukuk, eğitim, siyaset…  ilim dallarının) iç yapılarının buna göre üretilmesine yönelik ihya edici tevhidi yöntem dayalı bir bilgiyi, bilgi kurulum sistemini ortaya koyamamış oldukları söylenebilir. Bu kesim her ne kadar modernleşme ve emperyalizme karşı duran bir çizgide yer almış olsalar da, koyu pozitivistleşmiş ideolojik siyasal aygıt yapısı içinde ancak “anticilik” bağlamda kavramsal karşı çıkışlar düzeyinde bir İslamcılığın oluşmasının imkanını  sağlayabilmişlerdir.

7.Modernleşme sürecinin sekülerleşmeyi zorunlu kıldığı ve bu süreçte sekülerleşmenin dini değerleri ortadan kaldıracağı iddiası üzerine ne düşünüyorsunuz? Bu bağlamda, modernleşme ve sekülerleşme arasındaki ilişki nasıl değerlendirilmeli? Yaygın bir hüvviyet kazandırılan sekülerizm paradigması karşısında İslam/Müslümanlar nasıl var olabilir? Bu hususta neler düşünüyorsunuz?

Modernleşme, pozitivist yöntemin hakim olduğu Batı Avrupa’da la-dinilik üzerinden; Düşünceyi, davranışı, bilgiyi, sistemi ve sistemin unsurlarının buna göre oluşmasını düzenleyen bir anlayış, akıl yapısı, bilgi üretme yöntemi üzerinde faaliyetini ortaya koymaktadır. Bu noktada Sekülerleşme; Modern toplumun, modernliğin yeni dininin yani materyalistik inanç yapısını oluşturan en önemli aparatlardandır. Sekülerleşme ve hele de sosyal sekülerleşme, doğrudan salt pagan aklın ampiristik verilere göre dünya hayatını anlayan ve buna göre dünyayı, sistemi ve insanı düzenleyen bir çerçeveye sahiptir. Yani Tevhidi bağlamda ona karşıt onu reddeden bir dünya anlayışına ve aklına sahiptir. Dolayısıyla Batı Materyalist “Sosyal Sistem Yapısı”da kendi içinde bir bütüne göre oluşmuş yapı olduğundan sekülerleşme de bu sistem oluşumunun en önemli parçalarından birisidir. Bu bağlamda, pozitivist düşünce yöntemi ekseninde modernleşme ve sekülerleşme arasındaki doğrusal bir ilişkinin varlığından söz etmek hem mümkün hem de gereklidir.

Sekülerizmin ortaya koyduğu dünyacı görüşe karşın İslam dünyasının ve Müslümanların öncelikle bu anlayışı olabildiğince genişçe tanıtarak, toplumun bütün kesimlerine İslam-Batı ekseninde bu pagan anlayışın açıklanması gerekmektedir. İnsan, akıl ve kalp bütüncüllüğünde oluşturduğu bilgi ile ikna olur. Burada maddi dünyadan hareket başladığı için önce akıl ile İslam-tevhit ve Batı- sekülerleşme ilişkilerinin karşılıklı zihniyet içeriklerinin anlatılması, açıklanması gerekmektedir.  Bu bilgilendirme süreci sonrasında İslam’ın tüm zamanlara hitap eden en yüksek kültür ve ilahi kaynaklı bütüncül bir birikim olduğu fikrinin ilmi olarak açıklanması aşamasına geçilmesi gerekir. Bu aşamadan sonrasında ise Batı medeniyetinin ve pagan kültür anlayışının ürettiği sekülerleşme ve diğer parametrelere İslam’ın ihtiyaç duymayacak kadar çağa/zamana yön veren bir ilmi içerikli birikime ve müktesebata sahip olduğunun bilgisi ve güveni topluma kazandırılarak, bunun üzerinde her alanda Tevhidi Düşünce Bilgi Üretme Yöntemi ile yeni bilgi çağa yön verici bilgi, öncü bilgini üretileceği fikrine ve uygulamasına geçilmesi gerekmektedir. Dolaysıyla yaklaşık iki yüz yıllık bu kültürel çözülme ve kültürel soğuma sürecine sokulmuş günümüz Türkiye’sinin tüm bunları “devlet-sivil toplum kurumları” eşgüdümünde ortaya koyabilecek bir “Yüksek Milli İrade” anlayışının da toplumda oluşması/ kültürlendirme yoluyla oluşturulması gerekir. Tüm bunların neticesinde, son iki yüz yıldır arayışına girilmiş ihyanın artık bu yolla ilk defa en kapsamlı ve geniş bir sistem örgüsü yoluyla “ Yeniden Gerçek İhyanın” oluşturulması imkanı, İslam dünyasına sunulmuş olunacaktır. Bunu sağlayacak olan fakat iki yüzyıldır tüm ihya hareketlerinde görülemeyen bir yeni unsurla bu sağlanabilecektir. O da İslam’ın yeniden özüne uygun bilgi üretme yönteminin inşası ile bu 185-200 yıllık eksikliğin tamamlanabileceği söylenebilir. Burada bunu sağlayacak olan ve İLMAR ÇEVRESİ ekseninde tarafımızdan üretilen “Sistem Kurucu Bilgi Üretme Yöntemi”dir. Bunun   adı da; “ Tevhidi Düşünce Bilgi Üretme Yöntemi”dir. Dolayısıyla hem sekülerleşme-modernleşme- emperyalizm toplam etkisiyle mücadele edip ona karşı yüksek bir bilgi üretme içeriği bulunan ve 19. Yüzyıl başından günümüze değin İslam’ın Bilgi Kurma yönteminin oluşturmasını sağlayamayan İslamcı hareketin bu eksikliğini gideren, bir özgün bilgi üretme yöntem anlayışının gelişimi ile 21. Yüzyıl İslam/Türk-İslam Medeniyetinin, evrensel yön vericiliğini harekete geçirebilme noktasına tekrar gelmiş olduğu söylenebilir.

[1] İLMAR (İlmi ve Metodolojik Araştırmalar Derneği) Yönetim Kurulu Başkanlığı

[2] Sosyal İlimlerde tek bir faktörü merkeze alarak toplumsal çözümleme yapmanın yeterince sağlıklı olmadığı bilinir. Burada kullanılan “Sosyal Kibir” unsuru tek bir faktörmüş gibi gözükse de, oluşan “Sosyal Kibir” iktisat,  özgün bilgi inşası/özgün felsefe, siyaset, eğitim, hukuk…gibi alanlarda  Osmanlı’nın tevhidi özüne uygun yeni bilgi inşasında gevşemeye ve çözülmeye giden yolu açması nedeniyle çok faktörlü etkiye sahip bir anlayışı içermektedir.

Bu yazı, islamdusuncesi.org.tr adresinde, “Osman Şimşek: Modernite; 17. Yüzyıl Batı Avrupa sosyolojisinde din dışı anlayış üzerinden rasyonaliteye (salt akılcılığa) göre insanın ve onun düşüncesinin örülmesinin fikrini içermektedir” başlığı ile “Modernleşme Dosyası – 6” kategorisinde, 17 Ocak 2025 tarihinde yayınlanan röportajdan 18 Ocak 2025 tarihinde aynen alınmıştır.
Erişim adresi: https://islamdusuncesi.org.tr/?h310/osman-simsek:-modernite;-17.-yuzyil-bati-avrupa-sosyolojisinde-din-disi-anlayis-uzerinden-rasyonaliteye-salt-akilciliga–gore-insanin-ve-onun-dusuncesinin-orulmesinin-fikrini-icermektedir