Kudüs-i Şerif’in İslam Medeniyetindeki Yeri
Bir Müslüman “Kudüs bizim neyimiz olur; nemize gerek?” diyebilir mi? Herhalde diyemez. Zira Müslümanların amentü cümlesinde öğrendikleri;
“Kimin milletindensin? Kimin ümmetindensin?” sorularına verdiği “Hz. İbrahim’in milletindenim; Hz. Muhammed’in ümmetindenim.” cevapları Kudüs konusunda bigâne kalamayacaklarını göstermektedir. Bu noktada Kudüs Müslümanın; dini, imanı, mabedi, kıblesi, tarihi, kimliği-kişiliğidir. Özellikle Türkler için tarihi boyutu da önem kazanmaktadır. Çünkü bu milletin 12. Yüzyıldan beri Kudüs ile askeri-idari, kültürel bağları da bulunmaktadır.
İlahi dinlerde kutsal sayılan Kudüs, tarih boyunca birçok ümmet ve devletin ilgi odağı olmuştur. İslamiyet ve Müslümanlar da Kudüs’e özel bir kudsiyet atfetmişlerdir. Nitekim Kudüs adı bu kudsiyete işaret etmektedir. Müslüman kültüründe harem kabul edilen Mekke ve Medine yanında üçüncüsü Kudüs’tür. Müslümanların ilk kıblesi olan Mescid-i Aksa’nın burada bulunması ve Hz. Peygamber’in (sas) İsra ve Mirac mucizesine ev sahipliği yapması faziletlerinin başlıcalardır. Hz. Peygamber (sas)’in Hicretten önce 2 yıl Kâbe’yi de önüne alarak Kudüs’ü kıble edindiği -farklı rivayetler bulunmakla birlikte- Medine döneminde ise 1,5 yıl bu uygulamaya devam ettiği kaydedilmektedir.
Kudüs, coğrafi olarak tarihi Bilad-ı Şam’ın bir parçası olan Filistin’de, Lut gölünün batısında Yahudiye platosunun kısmen dalgalı yüzeyi üzerinde bulunmaktadır. Lut gölüne 24, Akdeniz kıyılarına kuş uçuşu 52 km. uzaklıkta olup deniz seviyesinden yüksekliği 747 metredir.
Kudüs Adı
Müslümanlar bu şehre Kudüs-i Şerif derler. Her şeyden önce Müslüman kültüründe bir mekana veya bir şeye üstünlük payesi atfedildiğinde, Harem-i Şerif gibi, “şerif ” sıfatı verilir. Bunu Müslüman coğrafyasındaki bazı şehirlerle ilgili görebiliriz; Mekke-i Şerif, Medine-i Şerif, Şam-ı Şerif, Buhara-yı Şerif vb. Kudüs de şeriflik makamındadır. Bu bakımdan Kudüs kelimesi Müslüman kültüründe tek başına anılmaz; daima Kudüs-i Şerif olarak ifade dilir.
Popüler kültürde Yahudiler burayı Moriya, Yebus, Sion, Davûd’un şehri ve Ariel gibi adlarla anarlar. Bugün tamamen siyasi-ideolojik bir anlama büründürülen “Siyonist” de Kudüslü veya Kudüs taraftarı demektir. Ancak biimsel yönden bakarsak tarihi oldukça kadim olan Kudüs adı M.Ö. 19.-18. yüzyıllara ait Mısır metinlerinde geçmektedir. Tell Amarna mektuplarında (M.Ö. 14. yüzyıl) Urusalim, Geç Asur metinlerinde Urusilimmu/Ursalimmu, İbrânîce Masoretik metinde Yruşlm/ Yruşlym biçiminde yazılmaktadır. Ârâmîce Eski Ahid’te Yerûşâlêm şeklinde yer almaktadır. Latince’ye Jerusalem ve Jerosolyma olarak geçmiştir. Batı dillerindeki adı da Jerusalem’dir. İki ayrı sözcükten oluşan Yeruşalayim “Dârüsselâm” veya “Medînetüsselâm” olarak çevirilmiştir.
Kelimenin kökü Iruşalem olarak alındığında ise “Şalim’in şehri” anlamına gelmektedir. Bu yaklaşıma göre ilk dönemlerde tanrı Şulmanu veya Şalim’in ibadet merkezi olduğu, Sâmîlerde de bir şehrin onu kuran kişi veya tanrının adıyla anılma geleneği bulunduğu için Kudüs sözünün “Şalim’in şehri” mânasına geldiği ileri sürülmektedir. Bu durumda “barışın şehri” (şalom = selâm) şeklindeki izahın etimolojik ve tarihî yönden hatalı olduğu belirtilmektedir. Kudüs (Yeruşalayim) adı Tevrat’ta geçmemekte, sadece bir defa Salem olarak yer almaktadır. Bu kelime Kur’an-ı Kerim’de de bulunmamaktadır. Bununla beraber bazı müfessirler, Kur’an’daki “el-Mescidü’l-Aksâ” (İsrâ 17/1), “mübevvee sıdk”/ “iyi, güzel bir yer” (Yûnus 10/93) ve “el-arzu’l-mukaddese”/ “kutsal toprak” (Mâide 5/21) gibi tabirlerin Beytü’l-Mukaddes’i (Taberî, XV, 16-17) veya Kudüs’ü de içine alan Filistin’i (Fahreddin er-Râzî, XI, 196-197) ifade ettiğini belirtmişlerdir.[1]
Mescid-i Aksa adı
“En uzak mescid” manasındaki el-Mescidü’l-Aksâ, Kudüs’te eski Süleyman mabedinin bulunduğu yerde inşa edilmiş olan camiin adıdır. Yeryüzünde Mescid-i Haram’dan sonra inşa edilen en eski mescitlerden birisi, yapımına Hz. Davud’un başlayıp Hz. Süleyman’ın bitirdiği, Mescid-i Aksâ’dır. Mescid-i Aksâ’ya “İliya” veya günahlardan temizlenme yeri anlamında “Beyt-i Makdis” yahut “Beyt-i Mukaddes” adı da verilmiştir. Beyt-i Makdis, İbranice “bethammikdaş” kelimesinden alınan ilhamla kullanılmış olup “Mabed” anlamına gelir ve bununla Hz. Süleyman’ın mabedi kastedilir.[2]
Mescid-i Aksâ’ya en uzak mescit anlamında bu ismin verilme sebebi Mescid-i Haram’a yaya olarak bir aylık mesafede bulunmasındandır. Tefsirlerde Mescid-i Aksa, Mirac ile ilgili görülmüş hatta onunla, gökteki bir yerin kastedildiği de öne sürülmüştür. Bu tabire ilk olarak Kur’ân’da İsra ile ilgili olarak yer verilir (İsra 17/1) Hz. Peygamber de mirac gecesinde “Burak’a bindim Beytu’l-Makdis’e gittim”[3] buyurmuştur. İmâmu’l-enbiyâ sıfatıyla burada bütün peygamberlere namaz kıldırmıştır.
Müslümanların İnancında ve Kültüründe Mescid-i Aksa
Müslümanlar, Kur’an-ı Kerim’den ve hadis-i şeriflerden hareketle Mescid-i Aksa hakkında inanç ve kültür boyutunda bir tutum belirlemişlerdir. Bu tutumlarını itikat, ibadet ve sanat alanlarında ortaya koymuşlardır.
1. Kur’an-ı Kerim’de Mescid- Aksâ
Yüce Allah, Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurur:
“Kulu Muhammed’i, gece vakti, ayetlerimizden bazılarını göstermek için el-Mescidü’l-Haram’dan, çevresini mübarek kıldığımız el-Mescidü’l-Aksâ’ya götüren Allah, noksan sıfatlardan münezzehtir. O, her şeyi işitir ve görür” (İsra, 17/1).
Burada Mescidi Aksâ’dan “çevresini mübarek kıldığımız” şeklinde söz edilmektedir. Çevresi ise başta Kudüs olmak üzere Filistin topraklarıdır.
Hz. Peygamber (sas)’in İsra olayında Mekke’deki Mescid-i Haram’dan alınıp Kudüs’teki Mescid-i Aksâ’ya getirilmesinin sebebi “kendisine birtakım ayetleri göstermek”tir. Bu ifade Mescidi Aksâ’nın birtakım ilahi ayetleri, tevhid inancını ve peygamberler silsilesini sembolize eden bazı işaretleri bünyesinde taşıdığına işaret etmektdir.
Müfessirlere göre Kur’an-ı Kerim’de de bu mescidden ismi anılmaksızın söz edilmektedir. Söz gelişi Yüce Allah Mescid-i Aksâ’yı kastederek şöyle buyuruyor:
“Bunun üzerine (Zekeriyya) mescidden kavminin karşısına çıkıp onlara ‘Sabah ve akşam tesbih edin’ diye işaret etti.” (Meryem 19/11)
Hz. Meryem’in adandığı mabedin ve mihrabın Mescid-i Aksâ olduğu belirtilmektedir:
“Rabbi onu (Meryem’i) güzel bir kabulle kabul etti; güzel bir şekilde yetiştirip büyüttü ve onun bakımını Zekeriyya’nın yükümlülüğüne verdi. Zekeriyya ne zaman onun bulunduğu mabede girse yanında yiyecek bulurdu. ‘Ey Meryem! Bu sana nereden geliyor?’ derdi. O da ‘Allah’ın katındandır. Şüphesiz Allah dilediğine hesapsız rızık verir’ derdi.” (Al-i İmran 3/37)
“Onun (Zekeriyya’nın) mihrabda namaz kılmakta olduğu sırada melekler kendisine ‘Allah sana, Allah katından olan Kelime’yi doğrulayıcı, efendi, kendine hâkim ve salihlerden bir peygamber olarak Yahya’yı müjdelemektedir’ diye seslendiler.” (Al-i İmran 3/39)
1. Hadis-i Şeriflerde Mescid-i Aksâ ve Kudüs
Resulullah (a.s.) şöyle buyurmuştur:
“Yolculuk ancak şu üç mescidden birine olur: Benim şu mescidime, Mescid-i Haram’a ve Mescid-i Aksâ‘ya.”[4]
Burada kastedilen yolculuk ibadet kastıyla olan özel yolculuktur. Bu hadis-i şerif dolayısıyla Mescid-i Aksâ harem mescidlerin üçüncüsü sayılmıştır.
Bir hadisi şerife göre de Resulullah (s.a.s.) şöyle buyurmuştur:
“Hz. Süleyman Mescid-i Aksâ’yı yaptığında Rabbinden üç şey istedi. Rabbi ona ikisini verdi. Ben üçüncüsünü de vermiş olmasını ümit ediyorum: Kendisine, kendi hükmüne denk gelecek hüküm vermesini istedi, (Rabbi) bu istediğini verdi. Kendisinden sonra hiç kimsenin ulaşamayacağı bir saltanat vermesini istedi, bu istediğini de verdi. Bir de her kim, bu Mescid’de -yani Mescid-i Aksâ’da- namaz kılmak amacıyla evinden çıkarsa anasından doğmuş gibi günahlarından sıyrılsın istedi. Biz Allah’ın bu istediğini de ona vermiş olmasını ümit ediyoruz.”[5]
Bir hadiste şöyle buyurulmuştur:
“Bir adamın kendi evinde kıldığı namaza bir namaz sevabı verilir. Oturduğu beldenin sakinlerinin devam ettikleri camide kıldığı namaza yirmi beş kat sevap verilir. Cuma namazının kılındığı camide kıldığı namaza beş yüz kat sevap verilir. Mescid-i Aksâ’da kıldığı namaza elli bin kat sevap verilir. Benim camimde kıldığı namaza da elli bin kat sevap verilir. Mescidi Haram’da kıldığı namaza ise yüz bin kat sevap verilir.”[6]
Hz. Resulullah (s.a.s)’ın cariyesi Meymune (r. anha): “Ey Resulullah! Bize Mescid-i Aksâ hakkındaki hükmün ne olduğunu bildir” dedi. O da şöyle buyurdu:
“Oraya (Mescidi Aksâ’ya) gidin ve içinde namaz kılın. Eğer oraya gidemez ve içinde namaz kılamazsanız kandillerinde yakılmak üzere oraya zeytinyağı gönderin.”[7]
Burada zeytinyağı bir semboldür. Müslümanlara düşen yükümlülük ise Kudüs’e ve Mescid-i Aksâ’ya önem vermeleri, oranın Hz. İbrahim’in Hanif dininin gerçek sahipleri olan mü’minlerin elinde bulunmasına gayret etmeleri ve oranın tevhide uygun kimliğinin korunması amacıyla yapılan çalışmalara herhangi bir şekilde destek olmalardır.
Tarihi Boyut
Müslümanların tarih kaynaklarında ve tefsir kitaplarında yer alan rivayetlerden ve hadislerde verilen bilgilerden Mescid-i Aksâ’nın ilk şeklinin Hz. Süleyman tarafından yaptırıldığı anlaşılmaktadır.
Kudüs, kurulduğundan beri Şam diyarının dini, kültürel ve kimi zaman da siyasi merkezi ve başkenti olmuştur. Hz. İbrahim ve Hz. Lut’un Filistin bölgesine gelip yerleşmelerinden itibaren burası mübarek kabul edilmiştir. Kur’an’da konu şöyle ifade edilmiştir: “Biz onu (İbrahim’i) ve (yeğeni) Lut’u âlemler için mübarek kıldığımız arza (ulaştırıp) kurtardık.” (Enbiya 21/71). Bölgenin mübarek olarak kabul edilme sebebi, buradan pek çok peygamberin gelip geçmesi ve kabirlerinin bulunması veya bölgenin iklim şartlarında meyve ve sebzelerle bereketlendirilmiş olmasıdır.
Ebu Zer’in (ra) der ki
Resulullah (as)’a, yeryüzüne konulmuş olan ilk mescidin hangisi olduğunu sordum. “Mescid-i Haram” dedi. Sonra hangisi? dedim, “Mescid-i Aksâ” cevabını verdi. İkisi arasındaki süre ne kadardır? diye sordum, “Kırk yıl; sonra bütün yeryüzü senin için mesciddir. Nerede namaz vaktine girersen orada namaz kıl.” buyurdu.[8]
Yüce Allah bir ayet-i kerimede konu ile ilgili şöyle buyurmaktadır:
“Süleyman’ın ölümüne hükmettiğimizde, onun ölümünü, bastonunu yiyen ağaç kurdundan başka onlara gösteren olmadı. Böylece o yere yıkılınca, anlaşıldı ki cinler eğer gaybı biliyor olsalardı aşağılayıcı azabın içinde kalmazlardı.” (Sebe, 34/14)
Bu ayetin tefsiri babında kimi müfessirlere göre Mescid-i Aksâ’nın inşaatını önce Hz. Davud başlattıysa da bitirmeyi oğlu Süleyman’a vasiyet edip vefat etti. Mescid-i Aksâ’nın inşaatında cinleri de çalıştıran Hz. Süleyman Yüce Allah’a inşaat bitmeden vefatını kimseye bildirmemesi için dua etti. Duası kabul edildi ve vefat ettiği halde bastonuna dayalı olarak kaldı. Emrindekiler onun odasında bu şekilde ibadet ettiğini sanıyorlardı. Daha sonra dabbetu’l-arz denilen bir böceğin bastonu içten kemirmesiyle Hz. Süleyman yere düşünce vefat ettiği anlaşıldı. Bu olayla cinlerin “biz gaybı biliriz” iddialarının boş olduğunu ortaya çıkmış oldu.
Yahudiler Hz. Süleyman’ın Siyon adı verdikleri mabedi inşa ettiğini bundan geriye de sadece Ağlama Duvarı’nın kaldığını ileri sürmektedirler. Ancak bu iddiaları tarihi gerçeklere terstir. Çünkü Kudüs şehri tarihte birkaç kez yıkıma maruz kalmıştır. Hz. Süleyman’ın yaptırdığı bina da muhtemelen Babil işgali sırasında tahrib edilmişti. Söz konusu duvarın alt kısmının M. Ö. 18 yılında inşa edilen mabedin kalıntısı olduğu sanılmaktadır. Şu anki şekliyle bu duvar, oradaki Harem-i Şerif’in bir parçasıdır ve mülkiyeti Müslümanlara ait vakfa aittir. Hz. Resulullah (sas)’ın İsra mucizesi sırasında Burağını buraya bağladığına dair rivayete dayanarak Müslümanlar onu Burak Duvarı olarak adlandırırlar.
Kudüs’teki Harem-i Şerif geniş anlamda kavram ve kurum olarak İslâm kaynaklarında Emevi halifesi Abdülmelik’den Osmanlı halife-padişahı Kanuni Sultan Süleyman’a kadar pek çok halife, sultan ve padişahlar tarafından burada inşa edilen Mescid-i Aksâ, Kubbetü’s-Sahrâ, mezar, türbe, tekke, zaviye ve sebil gibi dini amaçla yapılmış yapılan içine alan yaklaşık 150 dönüm kadar bir arazi üzerine serpilmiş binalar topluluğudur. Mescid-i Aksâ, dar anlamda, Kubbetü’s-Sahra yakınında Abdülmelik tarafından inşa edilmiş bulunan camiyi ifade etmektedir. Caminin yapımında Jüstinyen tarafından inşa edilmiş bulunan, Meryem Ana Kilisesi’nin harabelerinden çıkan malzeme kullanılmıştır.
Müslümanların Döneminde Kudüs-i Şerif
1 Dört Halife Dönemi: Kudüs’ün Fethi (638)
Kusüs fatihi Hz. Ömer ve Ebu Ubeyde ibnu’l-Cerrah’tır. İlk Müslüman fetihleri esnasında Hz. Ömer zamanında sıra Küdüs’e gelmişti. Başkumandan Ebû Ubeyde b. Cerrâh’tan aman dileyen ve Suriye şehirleriyle yaptıkları anlaşmalara benzer bir anlaşmanın kendileriyle de yapılmasını teklif eden Kudüs halkı şehri bizzat halifeye teslim etmek istediklertni bildirdiler. Davet üzerine son derece mütevazı elbiseler içinde Kudüs’e giren Hz. Ömer, şehre İslam’ın verdiği izzet ve şerefle girdiklerini, üzerindeki yamalı elbiselerin hiçbir değeri olmadığını hâl ve davranışlarıyla anlatıyordu. Şehri Patrik Sophronius’tan teslim aldı ve anlaşmayı imzaladı (17/638). Anlaşma esas olarak Kur’an ve Sünnet’e dayalı olarak cizye ve haraç karşılığında mal ve can güvenliğini, din ve ibadet hürriyetini kapsamıştır.
Sophronius, Hz. Ömer’e Kudüs’teki belli başlı kutsal mekânları gezdirirken namaz vakti girdi. Hz. Ömer patrikten namaz kılabileceği bir yer istedi. Patrik o sırada gezmekte oldukları Kıyamet Kilisesi’nde kılabileceğini böylelikle kendilerini de şereflendireceğini ifade etti. Hz. Ömer bu isteği güzel bir lisans ile geri çevirerek namazını kilisenin avlusundaki merdivenlerde kıldı. Patriğin niçin böyle yaptığını sorması üzerine de gelecekte halifenin namaz kıldığı yer olarak görülerek bu kilisenin camiye çevrile bileceğini söyledi. Hz. Ömer’den çok sonraları söz konusu kilisenin hemen karşısına mutevazı bir mescid inşa edilmiştir.
Bu arada Hz Ömer, bir çöplük haline getirilmiş Mescid-i Aksâ’nın etrafını temizletti. Rasûlullah’ın ayak izinin bulunduğu o kutsal taşı (Hacer-i Muallak) bulmak için eteğinde taş taşıdı, işçilerle beraber çalıştı. Halka İslamı öğretmesi için Ubâde b. Sâmit’i kadı tâyin etti. Ubâde bin Sâmit ve Semân-ı Fârisî’nin de içinde bulunduğu bazı sahabiler burada medfundur.
Dört halife Kudüs’e olan ilgilerini sürdürmüşlerdir. Hz Osman da, Silvan bahçeleri gelirlerini Kudüs’ün fakir halkına vakfetmiştir.
2. Emeviler Dönemi (661-750)
Emevilerin hanedanının kurucusu Muaviye Kudüs’te halkın biatını alarak halifeliğini ilan etmiştir. Ayn hanedandan Abdülmelik b. Mervan ve Süleyman b. Abdülmelik de biat almak için Kudüs’e gitmişlerdir.
Emevîlerin Kudüs’teki en önemli imar faaliyeti Kubbetü’s-Sahre ve Mescid-i Aksâ’yı inşa ettirmeleridir. Abdülmelik b. Mervan tarafından yaptırılan ve İslâm mimarisinin en güzel örneklerinden olan Kubbetü’s-sahre’nin yapım gerekçesi hakkında farklı görüşler ileri sürülmüştür. Ya‘kūbî’nin (Tarih, II, 261) Abdülmelik’in bunu müslümanları hac için Mekke yerine Kudüs’e yöneltmek amacıyla inşa ettirdiği yönündeki kaydını Ignaz Goldziher ve K.A.Cameron Creswell gibi müsteşrikler kabul etmişlerdir. Öte yandan Shelomo Dov Goitein ve Oleg Grabar, ilk dönemin diğer kaynaklarında bu rivayetin bulunmadığını, siyaseten böyle bir uygulamanın Emevi yönetimini kamuoyunda zor durumda bırakacağını, diyaneten de bu dönemde haccın Mekke’ye yapıldığı gerekçesiyle buna karşı çıkmışlardır.
3. Abbasiler Dönemi (750-969)
Abbâsîler döneminde bir süre Bağdat’ın başşehir olmasıyla Suriye nisbeten öneminin yitirmişse de Kudüs, Mekke ve Medine’den sonra üçüncü kutsal şehir olma özelliğini sürdürmüştür. Abbâsî Halifesi Ebû Cafer el-Mansur, burayı 758 ve 771’de ziyaret etmiş, depremlerle zarar görmüş olan Mescid-i Aksa’yı yeniden inşâ ettirmiştir. Diğer Abbasi halifleri de zaman zaman buaya ziyaretleri yapmışlar, imar faaliyetlerini sürdürmüşlerdir.
4. Türk Valiler ve Fatımiler Dönemi (878-969 ve 969-1071)
Mısır’da Tolunoğulları hânedanını kuran Ahmed b. Tolun’un 878’de Filistin’i almasından itibaren Kudüs uzun bir süre Kahire merkezli devletlerin idaresinde kalmıştır. Sonra Muhammed b. Tuğç tarafından kurulan İhşîdîler’in hakimiyetine girmiştir. Kudüs’te İhşîdîler’den sonra 969-1071 yılları arasında da Şii Fâtımîler hâkimiyet kurmuş onları müteakip çeyrek asır boyunca Selçuklu-Türkmen hâkimiyetinde kalmıştır. Selçuklu komutanlarından Atsız b. Uvak 1071’de Kudüs’e girmiş ve Fâtımî Halifesi Müstansır-Billâh adına okunmakta olan hutbeye son verip Abbâsî Halifesi Kāim-Biemrillâh ve Büyük Selçuklu Sultanı Alparslan adına hutbe okutmuştur. Selçuklular’ın hâkim oldukları sürede şehir Sünnî çizgide önemli ilmî gelişmelere sahne olmuştur. Şâfiî âlimlerinden Nasr b. İbrahim el-Makdisî, Nasriyye Medresesi’ni kurmuş, onun ardından bir Hanefî medresesi açılmış; Ebü’l-Ferec eş-Şîrâzî de Hanbelî mezhebi doğrultusunda dersler vermiştir. Kaynaklarda bu dönemde İslâm dünyasının çeşitli yörelerinden çok sayıda meşhur âlimin Kudüs’e geldiği bildirilmektedir. Bunlar arasında Endülüs’ten İbn Ebû Rendeka et-Turtûşî, Tus’tan Ebû Hâmid el-Gazzâlî ve İşbîliye’den (Sevilla) Ebû Bekir İbnü’l-Arabî de bulunmaktaydı.[9]
5. Haçlılar Dönemi (1099-1187)
Esasen Fatımilerin elinde bulunan Kudüs 23 Şâban 492/15 Temmuz 1099’da Haçlılar’ın istilasına uğramıştır. Haçlılar şehirde bulunan bütün müslümanları, dahası müslümanlara yardım ettikleri gerekçesiyle bütün Mûsevîler’i öldürerek tarihte benzeri az görülen bir vahşet örneği sergilemişlerdir. Orduyla birlikte Kudüs’e giren Haçlı tarihçisi Fulcherius, Haçlıların Araplar’ın yuttukları altınları çıkarmak için karınlarını deştiklerini, şehirde hiçbir canlı bırakmadıklarını, bütün evlere girip ne buldularsa yağmaladıklarını anlatmaktadır. Mescid-i Aksâ’ya sığınmış olanlar da kılıçtan geçirmişlerdir. Bu katliama şahit olan tarihçi Raimundus da, mâbedlerin bulunduğu bölgeye (Harem-i şerif) giderken cesetlerin ve dizlerine kadar çıkan kan birikintileri içinden geçmek zorunda kaldığını kaydetmiştir. Katliam veya soykırım bütün dünyada dehşet uyandırmıştır. Kurbanlarının sayısı kesin olarak belli olmamakla beraber bilinen husus, Kudüs’teki bütün müslüman ve Mûsevîler’in öldürüldüğüdür.
6. Kudüs-i Şerif’in Geri Alınışı ve Eyyübiler Dönemi (1187-1244)
Müslümanlar Haçlıları topraklarından ancak bir asır sonra çıkarabilmişlerdir. Halep Türk hükümdar Nûreddin-i Zengi, Kudüs’ü esâretten kurtarmadan uyumayı kendisine haram etmiş, kurtuluş hediyesi olarak kutlu mâbede takdim etmek üzere bir de minber hazırlamıştı. Zengi hanedanı valisi ve komutanı Selâhaddîn-i Eyyûbî nihayet 27 Receb 583 (2 Ekim 1187) Cuma günü Mitac kandilinde Kudüs’e girmiştir. Zafer olgunlukla kutlanmış, şehirde hiçbir taşkınlık yapılmamıştır. Bir süre Kudüs’te kalan Selâhaddîn, Ortodoks ve Yakubî hıristiyanlara iyi davranmış, dinlerince kutsal kabul edilen yerlerin idaresi Ortodoks kilisesine vermiştir. Bu arada Haçlılraca yasaklanan Mûsevîler’in de şehre yerleşmesine müsade etmiştir. Haçlı yönetimince saray olarak kullanılan Mescid-i Aksâ’yı camiye çevirmiş, Nureddin Zengi’nin hazırlatmış olduğu minberi de oraya koymuştur. Selâhaddîn ile başlayan Mısır Eyyûbîleri dönemi, el-Melikü’s-Sâlih Eyyûb’un muhalif Suriye Eyyûbîleri’ne karşı Hârizmli Türk atlı birliklerini Filistin bölgesine çağırmasına kadar sürmüştür. Hârizmlilerin, 11 Temmuz 1244’te Kudüs’e girmesiyle Haçlıların 1099’da Kudüs’ü ilk alışından 145 yıl sonra şehir Türkler’in eline geçmiştir.[10]
7. Memlükler Dönemi (1260-1516)
Kudüs, 1250-1260 yıllarında Eyyûbîler ile Memlükler arasında birkaç defa el değiştirdi. Moğollar ve Haçlılar karşısında kazandıkları zaferlerle kendilerini kanıtlayan Memlükler yabancı oldukları bu topraklarda var olabilmek ve siyasî meşruiyetlerini kazanabilmek için ulemâ ve halk nezdinde kabul görmeye ihtiyaç duydular. Bu ihtiyaçtan hareketle müslümanlarca üçüncü mukaddes şehir kabul edilen Kudüs’e büyük önem verdiler. Haçlı işgali sonrasında Kudüs’ün yeniden bir İslâm şehri haline gelmesi bu yoğun imar faaliyeti gerçekleştirdiler. Memlûk sultanı Muhammed b. Kalavun, 40 yıldan fazla hüküm sürdüğü için, şehri yeniden imâr etti. Bugün Kudüs’te bulunan yaklaşık 150 civarındaki önemli tarihî eserin 80’i Memlükler döneminden kalmadır. Bu dönemde Kudüs’te inşa faaliyetlerinin artmasında Memlük sultanlarının kendilerini topluma kabul ettirme çabalarının yanı sıra dinî gayeler, Memlük emîrlerinin öldükten sonra müsâdere edilmesini önlemek amacıyla çocuklarını ve akrabalarını mütevelli yaparak mallarını vakfetmeleri gibi pek çok sebepten söz etmek mümkündür.[11]
8. Osmanlılar Dönemi (1516-1917)
Osmanlılar 16. Yüzyıl başalrında Müslümanların birliğini kurma siyaseti çerçevcesinde güneye yönelince Kudüs’ü de elinde bulunduran Memlüklerle karşılaşmışlardır. Yavuz Sultan Selim, Mercidâbık’ta Memlükler’e karşı kazandığı zaferi müteakip Halep, Hama, Şam üzerinden güneye doğru ilerleyerek 4 Zilhicce 922’de (29 Aralık 1516) Kudüs’ü almıştır. Bazı kayıtlara göre de Kudüs, muhtemelen Ekim 1516’da Osmanlı hakimiyetine girmiştir. Osmanlı yönetimi burada Aralık 1917’ye kadar yaklaşık dört asır devam etmiştir. Kanunî Sultan Süleyman, Mescid-i Aksâ çevresini, bugün hala ayakta olan surlarla çevirmiştir. Hürrem Sultan’da bir çok vakıf kurup bir külliye yaptırmıştır. Kudüs, bu dönemde sancak statüsünde kalmakla birlikte bağlı bulunduğu merkez değişmiştir. Söz gelişi, 1516-1831 yıllarında Şam eyaleti, 1841-1865 yıllarında Sayda eyaleti ve bu son tarihte Sayda ve Şam eyaletlerinin birleştirilmesiyle oluşturulan Suriye vilâyeti içinde yer almıştır. 1872-1917 döneminde ise müstakil mutasarrıflık statüsü verilerek doğrudan merkezî hükümete bağlanmıştır.
Kudüs hep Avrupalıların hedefinde olmuştur. 1799’da Mısır’a çıkıp sonra Filistin toprakları olan Gazze, Remle ve Safed’i işgâl eden Napolyon, Cezzar Ahmed Paşa’ya Akka’da mağlup olunca arkasına bile bakmadan bölgeyi terk edip Fransa’ya dönmüştür.
Siyonistlerin teşvikiyle 1870’lerden sonra başlayan Yahudi göçleri Kudüs’ün sosyal, kültürel ve siyasi dengesini değiştirmiştir. Sultan II. Abdülhamid, siyonizmi ve Filistin’e Yahudi göçünü engellemek için yoğun çaba ile şehri adeta yeni baştan imâr etmiştir.
9. İngiltere Dönemi (1917-1948)
- Dünya Savaşı sırasında, İngilere, 2 Kasım 1917’de Balfour Deklarasyonu ile Yahudilerin bölgede siyasî varlığına desteiğini ilan etmiş 11 Aralık’ta da İngiliz askerleri Kudüs’e girmiştir. Bu işgal Kudüs’teki sadece Haçlı işgaliyle kesintiye uğrayan yaklaşık 1200 yıllık müslüman yönetiminin de sonunu getirmiştir. [12]
10. İsrail Dönemi (1948-?)
İsrail 1948’de devletini ilan ederek bölgedeki hakimiyetini başlatmıştır ve hala devam etmektedir.
Kudüs-i Şerif Bir İslam Şehridir
Kudüs kurulduğu günden buyana vahyi, ilahi tebliği ve peygamberlik müessesesini temsil etmiştir. Dolayısıyla burası o günden beri bir İslam şehridir. Çünkü İslam yani tevhid dini Hz. Adem’den itibaren bütün peygamberlerin ortak dinidir. Yüce Allah Hz. Muhammed (sas)e hitaben şöyle buyurmaktadır: “Sana söylenen senden önceki peygamberlere söylenmiş olandan başka bir şey değildir.” (Fussilet, 41/43) Öte yandan, bilindiği üzere peygamberlere onların soyundan gelinmek suretiyle değil onların insanlığa tebliğ ettikleri ilkelere sahip çıkmakla, onların yolundan gitmekle varis olunur. Çünkü onlar Allah’ın kendilerine vahyettiği yüce kitaplardan ve bu kitapların taşıdığı ulvi mesajlardan başka bir şeyi miras bırakmazlar. Kudüs Hz. İbrahim (a.s.)’in Hanif dinini ve vahiy kültürünün temel dinamiği niteliğindeki tevhid inancını temsil eden kutsal bir şehir olduğundan bu şehrin gerçek sahipleri de “müminler”dir. Kur’an-ı Kerim, peygamberlerin gerçek varislerinin ancak tevhid inancına sahip ve Hanif dine mensup olan mü’minler olduğunu çeşitli vesilelerle vurgulamaktadır. Örneğin bir ayeti kerimede şöyle buyurulur:
“Şüphesiz insanların İbrahim’e en yakın olanları ona uyanlar, bu peygamber ve iman edenlerdir.” (Ali İmran, 3/68)
Bunun sebebi ise İbrahim (a.s.)’ın Hanif bir Müslüman olmasıdır.
“İbrahim ne bir yahudi ne de bir hıristiyandı. Ancak o dosdoğru çizgideki bir Müslümandı. O, müşriklerden de değildi.” (Ali İmran, 3/67)
Bu diğer bütün peygamberler için de geçerlidir. Nitekim Hz. İbrahim’in ve onun torunu olan aynı zamanda İsrail oğullarının atası olarak bilinen ve Kur’an-ı Kerim’de iki yerde adı “İsrail” olarak anılan (Ali İmran, 3/93, Meryem, 19/58) Hz. Ya’kub’un oğullarına tavsiyesi hakkında şöyle buyurulur:
“İbrahim, oğullarına da bunu tavsiye etti. Ya’kub da aynı tavsiyede bulunarak şöyle dedi: “Ey oğullarım! Allah sizin için bu dini seçti. Artık ancak Müslüman kimseler olarak ölün.” (Bakara, 2/132)
Kudüs-i Şerif’teki İslami Miras
İslam bütün peygamberlerin ortak dini olduğuna göre Kudüs’teki eski peygamberlerden kalma eserlerin tümü İslami mirastır. Bu kutsal miras, Kudüs’ün Müslüman ordular tarafından fetheinden sonra bir hayli zenginleştirilmiştir. 1517’de Kudüs’ü Memlükler’den alan Osmanlılar da bu şehirde zengin bir İslami miras bırakmışlardır. İslami eserlerden bazılarının adlarını saymakla yetineceğiz:
Mescid-i Aksa, Kbbet’üs-Sahra, el-Halil camisi, Muallaktaş camisi, Veliyyullah Muharib camisi, Büyük el-Umeri camisi, Küçük el-Umeri camisi, Hz. Yakub (a.s.) camisi, Kadınlar camisi, İsa camisi, Bayram Çavuş medresesi, tekkesi ve kulesi, Mevleviye camisi, Çorbacı Sebili camisi, Disi camisi (Hz. Davud Peygamber camisi), Ömeri Safir camisi, Mus’ab ibnu Umeyr camisi, Han Sultan camisi, Ebu Bekir Sıddık camisi, Osman ibnu Affan camisi, Suveyka Allun camisi, Burak camisi, Şeyh Reyhan camisi, Şeyh Mekki cami ve türbesi, Hz. Süleyman (a.s.) efendimizin makamı ve camisi, Ömer ibnu Hattab Camisi, el-Hariri Camisi, Kale camisi, Osman ibnu Hattab camisi, Hanka camisi, Hayatu’s-Salahiyye camisi, es-Seyfi camisi ve meydanı, el-Kumeyr camisi, Alauddin el-Basri camisi, el-Afgani camisi, Buhariya camisi, Şeyh Lu’lu’ camisi, Kırmızı minare camisi, el-Kermi camisi, Mansuri camisi, Mağribliler camisi, Fahriya camisi, Peygamber Süleyman camisi ve meydanı, Sultan Hamamı (günümüzde Süryaniler kilisesinin bir bölümünü oluşturmaktadır.)
Türk Edebiyatında Kudüs-i Şerif[13]
Türk şairleri ve edipleri Kudüs’ü daima gündemlerinde tutmuşlardır. Gerilere gitmeden sadece 20. Yüzyılın ikinci yarısına bakmak bile yeter. Özellikle İslâmcı Türk şairleri, bu coğrafyaya, buradaki zulme, bağımsızlık hareketlerine daha fazla eğilmişlerdir. Bunlardan Sezai Karakoç, Nuri Pakdil, M. Akif İnan, Recep Garip başta olmak üzere alfabetik dırsyls şu isimleri sayabiliriz: Ahmet Mercan¸ Ahvet Veske¸ Ali Göçer¸ Arif Ay¸ Bünyamin Doğruer¸ Cahil Yeşilyurt¸ Cevat Akkanat¸ Gökhan Akçiçek¸ Hasan Ali Kasır¸ Hüseyin Atlansoy¸ İlhami Çiçek¸ Kemal Sayar¸ Mehmet Aycı, Metin Önal Mengüşoğlu¸ Mustafa Miyasoğlu¸ Mustafa Yürekli¸ Mürsel Sönmez¸ Nazir Akalın¸ Nureddin Durman¸ Osman Sarı¸ Özcan Ünlü¸ Seyfettin Ünlü¸ Süleyman Çelik¸ Şeref Akbaba.
Sezai Karakoç
Bilindiği gibi Müslümanların coğrafyasının tarihi derinliği, yaşadıkları bozgun, yıkım ve işgaller, 20. yüzyıl Türk şiirinde en geniş biçimde Sezai Karakoç’’ta bulur dersek abartmış olmayız. Filistin konusunda da ilk bilinçli ses Sezai Karakoç’tan yükseldi. 1969’da Mescid-i Aksa’nın Yahudilerce yakılması üzerine Diriliş Dergisi’nin 1. Sayında “Ey Yahudi” şiiri yayımlandı. Bu, Kudüs ve Mescid-i Aksa bağlamında Filistin meselesi hakkında Türk edebiyatında yazılan ilk şiirdir:
Nihayet Mescid-i Aksa’yı da yaktın ey Yahudi!..
Asırlardır insanlığın ruhunu yaktığın gibi ey Yahudi!..
Aya çıkarak göğe çıktığını sandın ey Yahudi!.
Göğe çıktığına inanır inanmaz
Büyük Peygamberin göğe çıktığı yeri yaktın ey Yahudi!..
Mescid-i Aksa’yı yaktın ey Yahudi!..
Daha doğrusu yaktığını sandın ey Yahudi!..
Senin yaktığın gökteki Mescid-i Aksa’nın ancak gölgesidir ey Yahudi!..
Senin yaktığın Mescid-i Aksa’nın ruhu değil
Taş¸ toprak ve ağaçtan işaretidir ey Yahudi!..
Bir gün gelecek¸ azgınlığın sona erecektir
Kutsal Kudüs kurtulacak
Mescid-i Aksa’yı bu ümmet altından ve zebercetten ve yakuttan
Yeniden yapabilecek bir kudrete erecektir
O gün Tanrı’nın azabı senin için şiddetli olacaktır
Biz istesek bile seni ondan kurtaramayacağız ey Yahudi!..
Bize bu yapılanı yapan sen değilsin
Biz kendi cezamızı çekiyoruz
Sen de bir gün kendi cezanı çekeceksin ey Yahudi!..
Sana yeryüzü lanet edecektir
Sana gökyüzü lanet edecektir ey Yahudi!..
En kısa zamanda tevbe yolunu tutmazsan ey Yahudi!..
Karakoç’un Kudüs ile ilgili “Alınyazısı Saati” 1979-88 yıllarında tamamlanabilmiştir:
1.
Ve Kudüs şehri. Gökte yapılıp yere indirilen şehir.
Tanrı şehri ve bütün insanlığın şehri.
Altında bir krater saklayan şehir.
Kalbime bir ağırlık gibi çöküyor şimdi.
Ne diyor ne diyor Kudüs bana şimdi
Hani Şam’dan bir şamdan getirecektin
Dikecektin Süleyman Peygamber’in kabrine
Ruhları aydınlatan bir lâmba
İfriti döndürecek insana:
Söndürecek canavarın gözlerini
İfriti döndürecek insana
Ve Kudüs’ü terkettiğin o ikindi
Birinci Cihan Harbi günü vakti
Kan sızdırıyor kaburga kemikleri
Karlı dağlardan indirdiğin atların
Bir evde perdeyi indiriyor bir kadın
Mahşerin perdesini kıyametin perdesini
Ağlıyor yere inen saçları
Göğü yırtan kefen beyazı elleri
**
Ve Kudüs şehri. Gökte yapılıp yere indirilen şehir.
Tanrı şehri ve bütün insanlığın şehri.
Yeşile dönmüş türbelerin demiri
Zamanın rüzgâr gibi esen zehriyle
Ve yatırlar patır patır kaçıyor geceleri
Boşaltıyorlar işgal edilmiş bir şehri boşaltır gibi
Kaçıyorlar Lût şehrinden kaçar gibi
Tuz heykele dönüşmemek için Tanrı gazabıyla
Susmuş minarelerin azabıyla
Yıkılmış cami kubbelerinin ıstırabıyla
Ve şehit kemiklerinin bakışı bir başka bakış
Artık burada taş bile durmak istemez
Ve ay’ı görmek istemez zeytin ağaçları
Eğilerek selâmlamazlar hilâli hurmalar
Artık ne Zekeriya ve ne İsa var
Sararmış bir tomar mı mucizeler
Ölülerin dirilişi şifa veren kelimeler
Ve ne de Miraçtan bir iz
Yerden yükselen kaya
**
Ve Kudüs şehri. Artık yer şehri, toprak şehri.
Bakır yaprakların, çelik gövdelerin, acımasız yüreklerin.
Demir köklerin, tunçtan ve uranyumdan dalların.
Kurşundan çiçeklerin şehri.
Gülle kusuyor ana rahmi
Bomba parçalıyor beynini bebeğin.
Tanklar saldırıyor evlere bir anda ev yok tank var
Uçak var gök yok utanç var
Ve kime karşı bütün bunlar
Masûm insanlara karşı
Binlerce yıl oturdukları yurtta kalmak isteyenlere karşı
Ve kim tarafından bütün bunlar
Roma’nın, Babil’in, Asur’un ve Firavunların
Ve nice milletlerin zulmünü görenler tarafından
Zalime olan öcünü mazlûmdan almak
Zalim olmak ve en zalim olmak
Ve artık ne İbrahim ne Yakup ve ne Musa var
Tersinden okunan Tevrat hükümleri
Karaya boyanmış Mezmurlar
**
Ve Kudüs şehri. İçiyle ve ruhuyla suskun
Göklere kaçmış hayaliyle
Bir pervane gibi ışığa uçmuş gönlüyle
Bir başka âleme göçmüş hakikati
Tanrı katına varmış
İki elini kavuşturup divana durmuş
Hüküm istemiş
**
Yeryüzüne yeryüzü kadısına
Hüküm ki:
Haksız yere bir insanı öldüren bütün insanlığı öldürmüş gibidir
Ve haksız yere insan öldürenin cezası ölüm
Ve fitne, Arzı fesada verme, daha büyük suç adam öldürmekten
Fitne bastırılıncaya kadar savaşın!
Yeryüzünden fesat kalkıncaya kadar
Ey insanlık, ey insanlar
Ey gündüzden daha gündüz,
Hakikatten daha hakikat Müslümanlar.
Nuri Pakdil
Türk şairlerinden Nuri Pakdil de çeşitli yazılarında Filistin’de yaşanan zulme, Müslümanların direniş hareketlerine geniş yer verir. Öncelikle kimilerinin “Türkiye Batılıdır’” tezine “Türkiye, Ortadoğuludur, Çünkü Ortadoğudadır” diyerek karşı çıkar. Ortadoğu”da ise, gözbebeği Filistin ve Kudüs’tür. Bir yazısında; ”Filistin, ben seni unutsam, sen beni unutur musun?” der. Batı Notları’ndaki “Yüreğimin yarısı Mekke’dir, geri kalanı da Medine’dir. Üstünde bir tül gibi Kudüs vardır.” ifadesi, inanç ve kültür coğrafyasına işaret etmektedir:
Pakdil Anneler ve Kudüsler (Ocak 1972) adlı şiirinde şöyle der:
Tûr Dağını yaşa
Ki bilesin nerde Kudüs
Ben Kudüs’ü kol saatı gibi taşıyorum
*
Ayarlanmadan Kudüs’eBoşuna vakit geçirirsin
Buz tutar
Gözün görmez olur
*
Gel
Anne ol
Çünkü anne
Bir çocuktan bir Kudüs yapar
*
Adam baba olunca
İçinde bir Kudüs canlanır
*
Yürü kardeşim
Ayaklarına bir Kudüs gücü gelsin
M. Akif İnan
- Akif İnan’ın özellikle “Mescid-i Aksâ” (Akıncılar Dergisi 1979) şiiri, Filistin ve Mescid-i Aksâ’yı anlatır:
Mescid-i Aksâ’yı gördüm düşümde
Bir çocuk gibiydi ve ağlıyordu
Varıp eşiğine alnını koydum
Sanki bir yer altı nehr çağlıyordu
Gözlerim yollarda bekler dururum
Nerde kardeşlerim diyordu bir ses
İlk Kıblesi benim ulu Nebi’nin
Unuttu mu bunu acaba herkes
Burak dolanırdı yörelerimde
Mi’raca yol veren hız üssü idim
Bellidir kutsallığım şehir ismimden
Her yana nur saçan bir kürsü idim
Hani o günler ki binlerce mü’min
Tek yürek halinde bana koşardı
Hemşehrim nebi’ler yüzü hürmetine
Cevaba erişen dualar vardı
Şimdi kimsecikler varmaz yanıma
Mü’minde yoksunum tek ve tenhayım
Rüzgarlar silemez gözyaşlarımı
Çöllerde kayıp bir yetim vâhayım
Mescid-i Aksâ’yı gördüm düşümde
Götür müslümana selam diyordu
Dayanamıyorum bu ayrılığa
Kucaklasın beni İslâm diyordu
Recep Garip
Yine bu geleneğin temsilcilerinden Recep Garip “İçinde Bir Kudüs Büyüt” diyerek şiirinin önemli bir kısmını Kudüs’e ayırmıştır. Filistin’e Ağıt’ı 1980’li yıllarda yazmıştır:
Yağmur yağıyor ateş ateş
Gök terliyor kızıl kızıl
Özgürlük adına veriliyor bu savaş
Direnen Filistin oluyor
B i r m i l y a r İ N S A N.
“Orta Doğu” şiirinde de şöyle söylemişti;
Mescidi Aksa duruyor orda, ayakta hala
Filistinli bir çocuk, bir dede ve birkaç kadın
Duvar dibinde kıvrılmış ağlıyor Mescidi Aksa bugün
Bugün miraç
Bugün Mescidi Aksa
Bugün savaş
Mescidi haramdan Mescidi Aksaya gelen peygamber;
Hazreti peygamberdi bugün.
Bugün perişandı insanlık;
İşte orada
Bak, orada
K U D Ü S T E
İyi bak ne çok Müslüman yatıyor orada;
Orası bizimdi, ülkemizdi, doğduğumuz yerdi, tüten ocağımızdı
K U D Ü S T Ü.
…
Ey yiğit kardeşler:
Hangi vakte ayarlısınız?
Kalbinizde iman, ne diye duraklarsınız?
Bir kelebek uçuyor göğe doğru
Mermiler uçuyor onunla
Kan damlıyor toprağa
Bir avuç toprak al ve koynuna koy,
Kudüs için aç ellerini kan çanağına dönsün gözlerin
Mescidi Aksa için ne olur
Rabbim, lütfunu gönder bize.
Lütfunu göster bize âlemler sevgilisi
Hazreti Muhammed için
Ne olur rabbim, ne olur.
“Kudüs Çağrısı” adlı şiirini 2010’da yazdığımda henüz Kudüs’ün topraklarını görmemişti. Kısa bir bölüm;
Bir şehrin kaybolan haritasında çocuk ölmüştür
Ölmüştür el ayak takımı, cümle şehirli
Bitmeyecek bir savaşın ruhunda ateş yakılmıştır
Hiç bitmeyen sevgilinin
Burak’tan kalan hatıraları armağandır insanlığa
Bu şehir, bu memleket, bu toprak bizim
Kör olası şeytan, kör olası mendebur ihanet
Tuzaklarında şımaran, kuduran nefis
Bil ki Tevrat’ın, İncili’n ve Zebur’un üstüne
Kelam-ı Kadim’in, Habib-i Kibriya’nın üstüne
Bu coğrafya, bu tarih, bu uygarlık bizim
Şimdi yeniden bir aşka tutulsaydım
Genç atlarımla yeryüzüne dağılsaydım
Mescid-i Aksanın, Kudüs’ün başında taç olsaydım.
Yasin Hatipoğlu
Kendisi siyasetçi olmanın yanında yi bir şair olan Yasin Hatipoğlu Mescid-i Aksâ’nın acısını duyanlardandır. Muhammed ed-Durra adındaki bir çocuk 2000 yılında babasının kucağında şehit edilmiş ve dünya kamuoyunda büyük infial uyandırmıştı. Hatipoğlu bu olay üzerine yazdığı şiirini onun aziz hatırasına ithaf etmiştir. Bu şiir o zamanki Türkiye komuoyunun hissiyatını da dile getirmesi bakımndan Türk edebiyatındaki yerini almıştır.
Mescid-i Aksâ
Cânım Aksâ, bir tebessüm et melâlim kalmasın.!
Kurtuluştan bir haber ver dertli hâlim kalmasın.!
Mermiler senden sapıp geçsin yürekten râzıyım
Can dayanmaz sensiz olmak ihtimâlim kalmasın.!
İnkisârın vâr iken şâd olmamız mümkün değil,
Gözyaşım silsin-süpürsün tâ vebâlim kalmasın.!
Tut yakamdan gel hamiyyet kıl hesâbım burda sor;
Sor ki: Mahşer “zor geçit”tendir hesâbım kalmasın.!
Secdegâh-ı enbiyâmız çiğnenirken suskunum,
İktidârım târü-mâr olsun mecâlim kalmasın.!
Gafletim bitmez-tükenmez boş hayalden bezginim,
Al elimden yâ ilâhî ham hayâlim kalmasın.!
Beyt-i Makdis kıblegâhın ilkidir emsâli yok;
Kâ’be’den bir başka emsâl imtisâlim kalmasın.!
Beyt-i Aksâ zâr ederken boş lafın pâ bendiyim
Beynim aksın dil kesilsin kîl-ü kalim kalmasın.!
Bî huzûrum zulm elinden göz yaşım dinmez akar
Yâ ilâhi bir Ömer gönder mezâlim kalmasın.!
Kulluğundan tard mı ettin? Ağlayan Yâsin kulun,
Merhamet kıl bir kalem çek sû-i hâlim kalmasın.!
Sonuç
Her şeyden önce şu görülmektedir ki Kudüs Müslüman için herhangi bir şehir olmanın ötesinde mukaddes bir mekandır. Çevresindeki mübarek makamlarıyla bilhassa İbrahimî peygamberlerin ortak mukaddes beldesidir. Arz ile semanın buluştuğu ortak nokta; Hz. Muhammed’in (sas)’in arzda başlayan İsra yolculuğunun son durağı, semaya yükselen Mirac’ının ilk hareket noktasıdır. Küdüs-i Şerif’e en yakışanı muvahhid ve Müslüman olmasıdır.
Kaynakça
el-Aseli, Kamil Cemil, “Kudüs,” DİA, c. 26, s.334-336.
Avcı, Casim,“Kudüs”, DİA, c. 26, s.327-329.
Buhari, Sahih.
Demirkent, Işın “Kudüs”, DİA, c. 26, s. 330-332.
Ebû Dâvûd, Sünen.
Elmalı, Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, İstanbul 1936.
Garip, Recep, http://www.gencufuk.com/icinde-bir-kudus-buyut/;erişim, 09.05.2017;
Harman, Ömer Faruk, “Kudüs”, DİA, c. 26, s. 323-324.
İbn Hanbel, Müsned.
İbn Mace, Sünen.
Müslim, Sahih.
Nesaî, Sünen.
Özçelik, Mustafa, “Türk Şiirinde Kudüs ve Filistin Duyarlılığı,” Edebiyat, sayı 175.
Tomar, Cengiz, “Kudüs,” DİA, c. 26, s. 332-333.
Ez-Zerkeşî, İ’lâmü’s-Sâcid Kahire 1397.
[1] Ömer Faruk Harman, “Kudüs”, DİA, c. 26, s. 323-324.
[2] ez-Zerkeşî, İ’lâmü’s-Sâcid Kahire 1397, s. 277; Elmalı, Hak Dini Kur’an Dili, İstanbul 1936, IV, 3144.
[3] Müslim, İman, 259; Nesaî, Salât, 10.
[4] Buharî, Fazlü’s-salât fî mescidi Mekke ve’l-Medîne, 6, Hac, 26, 40; Müslim, Hac, 288, Mesâcid, 2; Nesâî, Mesâcid, 3.
[5] Nesai, Mesacid 6; İbn Mace, İkametu’s-Sala ve’s-Sunne fiha 5/196; İbn Hanbel, II, 176.
[6] İbn Mace, İkametu’s-Sala ve’s-Sunne fiha, 5/198; Ebû Dâvûd, Salât, 14.
[7] Ebu Davud, Kitabu’s-Salat, 14.
[8] Buhari, Kitabu Ehadisi’l-Enbiya, 60/40; İbn Mace, Kitabu’l-Mesacid ve’l-Cemaat, 4/7.
[9] Casim Avcı,“Kudüs”, DİA, c. 26, s.327-329.
[10] Işın Demirkent, “Kudüs”, DİA, c. 26, s. 330-332.
[11] Cengiz Tomar, “Kudüs,” DİA, c. 26, s. 332-333.
[12] Kamil Cemil el-Aseli, “Kudüs,” DİA, c. 26, s.334-336.
[13] İçinde Bir Kudüs Büyüt, Recep Garip, http://www.gencufuk.com/icinde-bir-kudus-buyut/;erişim, 09.05.2017; Mustafa Özçelik, “Türk Şiirinde Kudüs ve Filistin Duyarlılığı,” Edebiyat, 175. Sayı.