İLMAR

Hayırlara Anahtar, Şerlere Kilit

TÜRK DEVLET GELENEĞİ VE BATI MEDENİYETİ MUKAYESESİ

Osmanlı Arması

Doç. Dr. Murat AKÇAKAYA
Doç. Dr. Murat AKÇAKAYA

Günümüzde meydana getirilen bütün faaliyetler, kurgular insan tarafından hayat bulmaktadır. Dolayısıyla geleceğimizin medeniyet inşasında beşeri sermaye çok önemli bir yer kaplamaktadır. Buna bağlı olarak beşeri sermayenin her anlamda geliştirildiği; kalp, akıl ve zihin birlikteliğinin bir araya getirildiği insan profiline ihtiyaç duyulmaktadır.

Türk medeniyet dünyası neresinden bakılırsa bakılsın bir güzelliğiyle, farklılığıyla ve orjinalliği ile kendini hissettirmektedir. Türk devlet geleneği ve Türk medeniyet dünyası oldukça köklü bir yapıya sahiptir. Bu köklü yapıyı Osmanlı Devletinde görüyoruz. Her ferdine kul nazarıyla yaklaşan, her ferdini korumakla yükümlü olan devlet olarak her ferdinden sorumlu olan ‘’insanı yaşat ki devlet yaşasın’’ felsefesini özümsemiş olan bir devlet anlayışıyla karşılaşıyoruz. Buna karşı olarak batı dünyasının devlet anlayışına baktığımızda sömürge üzerine kurulmuş olan bir anlayışla karşılaşıyoruz. Bu sömürge sadece toprak anlamında değil insani değerlerin sömürüsünü de içerisinde barındırmaktadır. Bunu şu örnek ile görüyoruz; sözde Amerika’yı keşfettiği söylenen Kolomb’un günlüğünde şunlar yazmaktadır. Kıtaya ilk ayak bastıklarında karşılaştıkları insanların çok saf ve temiz olduğunu, bu bölgenin ele geçirilmesi için büyük bir askeri birliğe dahi ihtiyaç duyulmadığını söylemektedir. Bu anlayışa baktığımızda kültürel ve genetik kodların her bireye tesir ettiğini anlıyoruz.
Mukayese açısından baktığımızda Arap Baharı’nın yaşandığı dönemde Türk ve Batı Dünyasının yaklaşımlarının yine farklı seyirlerde işlediğini görüyoruz. Yakın geçmişe dair bir örnekle konuya yaklaşıldığında ilişkilerin samimi olduğu dönemlerde Sarkozy ve Kaddafi arasındaki bağlantıların kuvvetli olduğu, aynı zamanda da Libya karıştığı an için savaş uçaklarını ilk kaldıran ülkenin de Fransa olduğu dikkatlerden kaçmıyor. Buna karşı olarak Libya hususunda Türkiye’nin yaptığı açıklama aradaki farkı gözler önüne sermektedir. Açıklamada, ‘’Libya halkının kaynakları Libya halkına aittir, Libya’nın geleceğini Libya halkı belirleyecektir.’’ denilmiştir. Bu karşılaştırmada Batı dünyasının menfaat anlayışıyla yakınlaştığı aşikardır.
Toplumların kültürel ve genetik kodları şu anda içinde bulundukları davranış şartlarını ve süreci büyük ölçüde etkilemektedir. Dolayısıyla bizim medeniyet dünyamız ile batı medeniyetinin büyük oranda farklı niyetler, farklı uygulamalar, farklı kurgular ve farklı refleksler içerdiğini çok rahat görebiliriz. Osmanlı sürecine baktığımız zaman bizim medeniyetimiz sevgi, ötekileştirmeme, hoşgörü, ilahi kelimetullah ve bunu yeryüzüne yayma ve adalet üzerine tesis edilmiş bir medeniyet anlayışına sahiptir. Bu süreç içerisinde batı ile mukayese ettiğimizde, batı devlet anlayışı üzerinden baktığımızda insanı geri planda tutan, kar maksimizasyonunu ön plana alan, çıkarın ve rantın olmazsa olmazlar arasında yer aldığı bir devlet anlayışının hüküm sürdüğü sonucuna varmaktayız.
Osmanlı devleti, devlet anlayışı ve işleyişi yönüyle uzun soluklu bir medeniyet inşası meydana getirmiştir. 620 yıla yakın, yaklaşık 8-10 nesil yetiştirmiş olan bu medeniyet, tesadüf şans ya da kendiliğinden oluşmuş olduğunu söylemek çok mantıklı bir bakış teşkil etmeyecektir. Medeniyetimizin temel yapı taşları ve dinamikleri çok sağlam geliştirilmiş ve tevhit anlayışı medeniyetimizin damarlarını tam anlamıyla doldurmuş ve bu damarlar kara parçası üzerinde yaşayan bütün kesimler tarafından çok içtenlikle hissedilmiştir.
Bu uzun soluklu tarih yolculuğunun ardından günümüz yapısına bakıldığı zaman kendi tarihine sırt çevirmiş, kendi ecdadına yabancılaşan bir topluluğun yer edinmeye başladığı görülmektedir. Bunun temelinde ise medeniyet dünyamızın zenginliğini bugünün koşullarına adapte edemememizden kaynaklandığını söylemek mümkündür. Buna bağlı olarak Çanakkale zaferimiz dahi toplum içerisinde bir bilinçlendirme argümanı açısından bakıldığında atıl vaziyette kalmıştır. Batı ülkeleri bizden daha hassas davranış sergilemiştir. Bu bilinçlenme çalışmaları ve faaliyetleri günümüzde yeni yeni hareket kazanmaya başlamıştır. Bu bağlamda eğitim ön plana çıkmaktadır. Bu bilinci kazanmak ve bunu sürekli hale getirebilmek için özgün değerlerimize dayalı bir eğitim sisteminin oluşturulması ve oluşan bu eğitim sistemi üzerinden medeniyet inşası zaruri hale gelmektedir. Günümüz milli eğitim politikasına baktığımız zaman başında milli ibaresinin olduğunu görüyoruz fakat bilinçli insan yetiştirme, donanımlı insan yetiştirme ve kendini bu medeniyete feda edebilecek, bu medeniyetin kalkınması ve gelişmesi için kullanabilecek insan yetiştirme profilinin oluşmasının dışında her şeyi gerçekleştirdiğini görüyoruz. Bu açıdan bakıldığı zaman kurgularımıza ve stratejilerimize baktığımız zaman yanlış bir cümle kurmamış oluruz.
Geçmiş medeniyetimizin kodları ve bugün içinde bulunduğumuz zaaf ve eksiklikler yanlış ve hatalı kurguladığımız alanlar karşılaştırıldığında bizim medeniyetimiz sömürgeden ve yıkımdan uzak, kucaklamaya derman olmaya hoşgörüye, sevgiye ve adalete yönelik uygulamaların olduğu görüyoruz. Bu uygulamalar bu medeniyete tabi olan ve gelecekte de tabi olacak olan topluluklara ve fertlere genetik ve kültürel kodlar olarak yansımasını sürdürmeye devam edecektir. Bu medeniyete tabi olanlar isteseler dahi bu kodların dışına çıkamamaktadır. Dolayısıyla bugün dünyada bir şeylerin bayraktarlığını yapan bir geçmiş medeniyet algımız ve onun bugünkü temsilcisi konumunda bir Türkiye görüntüsü mevcuttur. Türkiye birilerinin bel bağladığı, umutla baktığı bir ülke konumundadır. Batı için Türkiye son kaledir. Türkiye’nin düşmesi demek buna bağlı olarak birçok şeyin düşmesini ifade eder. Bu yüzden içerisinde bulunduğumuz sürece baktığımız zaman etrafımızda vuku bulan olayların farkında olmamız ve bu farklılığı oluşturduktan sonra kendi medeniyet kodlarımızı iyi bilen ona uygun hareket eden, idrak ve feraset sahibi nesiller yetiştirmemiz en önemli vazifelerimiz arasında yer alması gerecektir. Ülkemizin hem zihin ve beden hem de vicdan ve ahlak sahibi aynı zamanda geçmişiyle barışık ve geçmişine güven duyan, geleceği inşa edecek olan medeniyet faktörleri arasında yer alacak ve bu inşa için bir tuğla koyabilecek fikirlere, insana ve beşeri sermayeye ihtiyacı vardır.
Batının dizginleyemediği, egemenlik kuramadığı ve tepesine binemediği ender devletlerden bir tanesiyiz. Batı, Türk-İslam medeniyet dünyasının farkındadır ve bulunduğumuz coğrafyada potansiyel olarak medeniyet kurma gücü ve kuvveti mevcuttur. Batının bu farkında olma durumu ile ilgili bağlantılı olarak medeniyet olarak gerçekleşen olaylar yaklaşımımız çok daha incelikli ve özverili olarak gerçekleşmelidir. Geçmişiyle yüzleşebilen, geçmişini artısı ve eksisi ile değerlendirebilen, geçmişin güzelliği ve uygulamalarını günümüz dünyasına bir model olarak oluşturabilen, kendini ileriye taşıma, gelecekte varlığını sürdürebilme noktasında sağlıklı fertlerden oluşan bir medeniyet dünyasını kurgulayabilen bir ülke olma zorunluluğumuz vardır. Bu yüzden herkesin bulunduğu noktada bilinçli, uyanık ve cesaretli bir şekilde hareket etme, kendini bugünün koşulları doğrultusunda en iyi şekilde yetiştirme çabası içerisinde olması gerekmektedir. Bunları yapmak bizim zorunluluğumuzdur ve bunları gerçekleştirme dışında herhangi bir alternatifimiz bulunmamaktadır.