BAŞKANLIK HÜKÜMETİ SİSTEMİNİN (BAŞKANLIK SİSTEMİ) TÜRKİYE SİYASETİNDEKİ YERİ
“Başkanlık Hükümeti Sistemi” ya da “Başkanlık Sistemi” olarak bilinen yönetim modeli; yasama, yürütme ve yargı organları arasında kesin bir ayrıma ve dengeye dayanan bir sistem özelliği taşır. Buna göre “Başkanlık Hükümeti Sistemi” ya da “Başkanlık Sistemi”, yürütmenin, yasama ve yargı organlarının demokratik denetimi bağlamı içinde kalmasıyla, iktidar olma imkânlarını genişleten bir hükümet sistemi modelidir.
“Başkanlık Hükümeti Sistemi” ya da “Başkanlık Sistemi” ile ifade edilen yönetim modelinin, bu tanımlama çerçevesinde dünya üzerinde hepsi birbirinden farklı kendi tarihi, sosyolojik, siyasal, sosyo-kültürel şartların değişkenliğine bağlı olarak oluşmuş bir niteliği bulunmaktadır. Buna göre yeryüzünde başkanlık sitemini uygulayan tek bir sabit model olmadığı gibi, bu yönetim modeli bir toplumun kendine has toplumsal, kültürel, siyasal, sosyal özelliklerinin etkisine bağlı olarak oluşturma izafiliği taşımaktadır. Bu bağlamda dünyadaki “Başkanlık Hükümeti Sistemi” ya da “Başkanlık Sistemlerine” günümüzde de bakıldığında başta ABD’deki başkanlık sistemi olmak üzere Latin Amerika’da daha çok görülen örnekleri bulunmaktadır. Bunlardan bazıları;
1949 yılından bu yana uygulanan Kosta Rika’daki Başkanlık Sistemi,
1958 yılından bu yana uygulanan Venezuela Başkanlık Sistemi,
1974’den bu yana Kolombiya’da uygulanan Başkanlık Sistemi,
1979’dan bu yana sivil hükümetlerle Peru’da uygulanan Başkanlık Sistemi.
1980’lerden sonra ise Arjantin, Uruguay, Brezilya ve Şili olmak üzere birçok Latin Amerika ülkeleri Başkanlık Sistemlerini demokratik bir biçimde hayata geçirmiş oldukları da görülmektedir.
Örnek ülkelerde görüldüğü üzere “Başkanlık Hükümeti Sistemi” ya da “Başkanlık Sistemi” farklı sosyo-kültürel özelliklere sahip ülkelerde uygulanabilmesiyle tek bir “Başkanlık Sistemi” modelinden söz edilememektedir. O halde “Tek Bir Başkanlık Sistemi”nden söz edemiyorsak ve olgu itibariyle de Başkanlık Sistemi cari olduğuna göre, “Başkanlık Sistemi”nin izafilik özelliği, özgün kültürüne göre kendini biçimlendirilme niteliği canlı ve dinamiktir. Buna Başkanlık Sistemi”nin izafilik taşıması, ele alınan bir toplumda o toplumun önünü açıcı mahiyette kurgulanmasını sağlayabilmektedir. Ayrıca bu yönetim modeli, “Tek taraflı dayatmacı modernite mantığı”ndan uzak olarak, bir toplumun kendi kültür, medeniyet, ahlak ve değerlerini içeren özgünlüğü bağlamında, yeni bir “Başkanlık Hükümeti Sistemi” ya da “Başkanlık Sistem” kurma mahiyetini de bünyesinde barındırmaktadır.
“Başkanlık Hükümeti Sistemi” ya da “Başkanlık Sistemi” ve Kuvvetler Ayrılığı Anlayışı
Modern siyaset anlayışını oluşturan temel parametrelere bakıldığında, modernitenin siyaset oluşturucu bu unsurlarının, esasında Avrupa iktisat ve toplum tarihindeki gelişmelerin etkisine bağlı olarak oluştuğu söylenebilir. İşte bu gözlemin neticesinde kuvvetler ayrılığına bakmak ve oradan “başkanlık hükümet sisteminin” temel sistem okumasını ortaya çıkarabilmektedir. Avrupa iktisat ve toplum tarihindeki gelişmeler bağlamında, modern siyasetin temel kavramsal parametrelerinin anlayabilmek dört temel adamın ilişki gelişim sürecini bilme zarureti bulunmaktadır. Bunun için de liberal düşüncenin gelişimini, kapitalist aklın bir süreç dâhilinde aşama aşama oluşumu yanında dört temel adam olan;
Başlangıçta “Burjuva”, şimdilerde liberal-kapitalist girişimci BİREY’i,
Kiliseyi,
Aristokrasiyi,
Kralın siyasal monarşik iktidarını ve bunlar arasındaki siyasal, ekonomik, felsefi, tarihsel, güç merkezli ilişkileri tarihi kronolojik düzlem üzerinde sebep-sonuç bağlamında bilmek gerekir.
Böylece oluşan “sistemin” mantığı anlaşılıp bundan sonrasında ancak “siyasal model” çözümlemesine sağlıklı olarak gidilebilinir. Aksi takdirde 19.yüzyıl üzerinden hemen okutulan modernite toplum tarihi ile derinlikli model kurucu analizlerin yapılmasının yetersizlik ve eksiklik taşıyacağı aşikârdır.
Avrupa iktisat ve toplum tarihi içindeki gelişim bağlamında bütün bu parametrelerde kazançlı çıkan tek ana kesim ya da “adam”, öncelleri adı “Burjuva” olan şimdilerde ise “liberal-kapitalist girişimci BİREY” olan kesimdir. Bu kesim bilinçli ve çok ince bir siyasetle;
-Önce kiliseyi “Osmanlı’ya karşı bizi din (Hristiyanlık) geri bıraktı” anlayışı üzerinden,
-Ardından 17. yüzyılda bilimsel düşüncede devrim ve 18. Yy. başlarında da aydınlanma düşüncesi la-dinilik ve rasyonalizasyon ile kilisenin sermayesini ve iktidarını al aşağıya etmiştir.
-Ondan sonra bu burjuva, Kral ile işbirliği yaparak aristokrasiyi, aristokratik servet birikimini ve buna dayalı onun siyasal elitliğini peyder pey azaltmıştır. Bu alanda son bitirici vuruşu da bir burjuva liberalizm devrimi olan “Fransız Devrimi” vasıtasıyla sağlayarak bu kesimi etkisizleştirmiştir. Böylece burjuva, Avrupa’da önündeki kilise ve sermayesinden sonra ikinci engeli olan aristokrasi ve onun hem sermayesini ve hem de siyasal etkinliği kaybetmesine neden olmuştur. Artık burjuva liberal- kapitalist yapı, kral ile baş başa kalmıştır. Bu liberal-burjuva; “parlamento”, “anayasa”, “seçimler”, “seçilmiş vekiller”, “yasalara bağlı yönetim” ve tüm bunların şemsiyesi olan “demokrasi” ile kralı da parlamenter seçim yoluyla tasfiye ettikten sonra, son aşamada liberal siyasal iktidarını sağlayacak modern siyasetini ve siyasal modelini özgürlükçü, eşitlikçi, humaniter söylem ve görünümle sosyal teori ve modellerle oluşturmuştur. Böylece liberal-kapitalist (Burjuva ) girişimci bireyin siyasal iktidarını temin eden siyasal teoriler, anlayışlar, bakış açıları, uygulamalar ve siyasal yönetim modelleri ile kendi iktidarını temelde sağlamlaştırılmış olduğu görülür.
Esasında günümüzde de birbirlerinden farklı gibi gösterilen ama modern ve post modern siyasetin ana eksende öz anlayışındaki benzerliğe göre, sistem modeli, kavramsal zihniyet temelleri çok büyük ölçüde liberal kapitalist girişimcinin siyasal hegemonyasını/egemenliği meşrulaştırmak için başta;
demokrasi,
liberal-demokratik başkanlık sistemi,
yarı başkanlık sistemi,
parlamenter sistem gibi siyasal yönetim modellerinin hepsinde etkin kullanıldığı görülür.
İşte bütün bu açıklamalar esasından liberal-kapitalist girişimci bireyin önce kiliseyi ve Katolik papazı, sonra aristokratik seçkini ve ardında da monarşik kralın etkinliğini demokrasi, seçimler anayasa ve liberal mahreçli liberal kapitalist girişimcinin sermaye birikimini sağlayıcı yasalar ile parlamento, demokrasi ve siyaset üzerinden toplumu yönetme tecrübesi, ortaya yeni bir anlayışı çıkarmış idi. Bu anlayışın adı; Kuvvetler ayrılığı ilkesidir.
Kuvvetler ayrılığı ilkesi esasında Avrupa iktisat ve toplum tarihinin gelişim sürecinde liberal –kapitalist girişimcinin(burjuvanın), modern siyaset paradigması yoluyla kendi sermayesini koruma, kendi güvenliğini sağlama, kontrolündeki yönetimde daimi gücünü (önceleri papazda, aristokraside ve kralda olan yönetme gücünü, bir daha onlara kaptırmama adına) yasama, yürütme ve yargıyı diye üçe ayırarak kendi güvenliğini bu yolla sağladığı bir sistem olmuştur. Kuvvetler ayrılığının bu noktada liberal-kapitalistin menfaatlerini siyasal düzlemde koruma adına özgün bir görevi bulunmaktadır. Bu göreve göre yasama, yürütme ve yargıdan birisini kontrolünü liberal-girişimci birey kaybederse, diğeri yada diğerleriyle kendi hakkını koruyabilecektir. Bu yolla kendi hak ve menfaat kaybının oluşmasını engellemiş olacaktır. Ancak bunu modern devletin demokratik doğası retoriğine oturtarak tartışılmaz iyi olarak sunulmasını sağlamış olduğu da görülmektedir.
Temelde bu bağlamda modern siyasetin ana teorik/paradigmatik kurgusu, ortaya koyduğu demokrasi yönetim modeli ile liberal-kapitalist girişimci bireyin “kuvvetler ayrılığı ilkesi” üzerinden ekonomik ve siyasal belirleyiciliğini sağlama almanın bir hikâyesidir. Bu model modern siyasal yapı özellikleri taşıyan bazı ülkelerde “başkanlık sistemi” olarak, bazı ülkelerde ise “yarı başkanlık sistemi” şeklinde, bir kısım ülkelerde de “parlamenter sistem” biçiminde oluşturulmuştur. Buna göre “kuvvetler ayrılığı merkezli siyasal yönetim modelleri”, ülkelerin ya da toplumların kendi özel şartlarına göre uyarlanmıştır. Böylece; “demokrasi”, “seçimler”, “anayasa”, “yasalar”, “pozitif liberal hukuk” üzerinden (tüm bunlar liberal-kapitalist zihniyete göre kurgulanmış unsurlar olarak), kuvvetler ayrılığı prensibiyle esasında;
başkanlık sistemi de,
yarı başkanlık sistemi de,
parlamenter sistemde
adı ve şekli uygulaması nasıl takdim edilirse edilsin modernite düşüncesine bağlı; pozitivist, rasyonalist, liberal, kapitalist, seküler, laikçi, demokratik siyasal yapılarda, en temelde kuvvetler ayrılığı üzerinden liberal-kapitalist girişimci bireyin hegemonyasına hizmet eden özgürlükçü diye gösterilen ama tekelci bir modernist bir siyasal anlayış ve siyaset modeli uygulanmaktadır.
Türkiye Nasıl Bir “Başkanlık Hükümeti Sistemi” ya da “Başkanlık Sistemi” Yöntemini Benimsemelidir?
Türkiye toplumsal ve siyasal yapısını bir model kurma üzerinden değerlendirmeye alınacaksa bunun Türkiye’nin kendi tarihi kültürel kökleri üzerinden hareketle değerlendirmeye girilmelidir. Türkiye 1299’ dan 1839 Tanzimat fermanına kadar siyasal yapısı, siyasal modeli çeşitli tonlamalarda Tevhidi düşünceye bağlı olarak gerçekleşmiştir. Osmanlı siyasal yapısı Tevhidi düşünceye bazen idealist derecede, bazen de bundan giderek gevşeyen ama yine hâkim bu anlayış üzerinde kalmış olduğu söylenebilir.
1839 Tanzimat Fermanı etkisiyle liberal burjuva ve Fransız ateistik kaoscu sosyal düşünce, tepeden bürokrasi vasıtasıyla Osmanlı devlet ve siyasetine yerleştirilmeye başladığı görülür. Buna göre Osmanlı Devleti; siyasal model ve uygulama itibariyle tevhidi düşünce de kalmakla beraber artık Sultan’ın yasama, meclis, Islahat Fermanları ve Kanun-i Esasi yoluyla Tevhide dayalı hükmet/devlet olma yetkisi sınırlandırılmaya tabi tutulmuştur. Bunun yerine giderek Halife ve Devlet Başkanı olan Sultan’ın yerini artık; “meclis”, seçimler, anayasa ve yasalar yoluyla liberalleştirilmiş bir siyasal model hâkim kılınmaya başlanılmıştır. Böylece Halife ve Devlet Başkanı olan Tevhidi düşünce ana merkezli davranan Sultan’ın yetkileri bu parametreler vasıtasıyla giderek tedrici olarak daraltılmıştır. Bu durumda kapitalist burjuvanın oluşturulması süreci devreye girdirilmesi sağlanarak, burjuvanın Avrupa’da papaz, aristokrat ve kralın siyaset etkinliğini saf dışı etme yolunun Osmanlı’daki uygulaması sürece sokulmuş olduğu görülür. Bu noktada İttihat Terakki ile ve sonrasında 1923’de yapılan Birinci iktisat kongresinin liberal ekonomik modelin zihniyet özü; pozitivist düşünce etkisine bağlı kalınarak ekonomik, toplumsal yapılanmaları sağlayan unsurlar, bu liberal girişimci özlü oluşturulmaya başlanmıştır. Böylece Türkiye bu süreçlerden günümüze değin liberal-kapitalist-pozitivist laikçi ve laisist politikaları savunan bir toplum ve siyaset görüşü ile bundan dışlanan geleneğe bağlı kesim arasında bir gerilim siyaseti yasamıştır. Parlamenter sistem, bu liberal-kapitalist girişimci tipin gelişmesine yönelik siyasal, anayasal, yasal uygulamaları bünyesinde barındırarak, liberal-kapitalist girişimciliğin etkin kılındığı bir siyasal modeli, demokrasi ve parlamenter sistem vasıtasıyla sağlayabilmiştir. Ancak tüm bu liberal-kapitalist siyasal modelden dönüşüm sağlanmasında Türk sağının; merkez sağ, gelenekçi ve milliyetçi çizgilerde üçe bölündürülmüş sağ oylardan kurulu yapısının özellikle 2002 den sonrasında sağ seçmenin iki ana kesime düşürülmesiyle, liberal girişimciliğe güç veren siyasal modelden çıkma ihtimali belirmiştir. Bunun üzerinden ağırlıklı olarak 2007 sonrasında Türkiye öze dönüş merkezli arayışların güçlendiği yeni bir yönetim modeli tartışılabilinir ve uygulamaya geçirilebilir noktaya gelinmiştir.
Yeni dönem itibariyle Türkiye, tüm bu tecrübeler üzerinden hareketle, esasında “Başkanlık Sistemi” konusunu temel kök kurgusunu tarihsel, kültürel, dini siyasal özgeçmişten alan bir uygulama ile ele alınması zarureti bulunmaktadır. Ancak bu ölçüler içinde ortaya konulacak “Başkanlık Sistemi” uygulamada ikili zıtlığın, devlette tıkanıklığın, siyasette çok başlılığın önüne geçmesi mümkün görülebilinir. Aksi takdirde liberal kuvvetler ayrılığı ilkesinin temel dokusu üzerinden modernite-liberal-kapitalist girişimci birey temelli bir başkanlık modeli uygulaması yakın bir gelecekte Türkiye’de yeni sorunların öne çıkmasına yol açabilir. Çünkü yukarıda da ifade edildiği gibi liberal-kapitalist model üzerinden kurgulanan bir Başkanlık Sistemi, küresel liberal-kapitalist burjuvanın kurmuş olduğu sisteme yeni yüzüyle dâhil olma anlamına gelecektir. Bu ise Küresel kapitalizmin kurmuş olduğu liberal toplum görüşü üzerinden ortaya konulan tutum, tavır ve davranış kalıplarının özgün olmamasına yani yeni bir taklitçiliğin içine düşülmesini ortaya çıkarabilecektir. Türkiye, bu durumunda gelenekselci kesimden yüzde ellilere yakın oy alarak ama taklitçi kalınan bir sistemi başkanlık modeliyle takip etse dahi, buna bağlı oluşan yeni sorunların görülmeye başlandığı bir süreci ortaya çıkarması pek mümkün gözükmektedir. Böylece yüzde ellilere varan gelenekselci kesimin özüne dönen özgün bir siyasal sistem kurması hayal kırıklığına yol açabilir.
Türk-İslam medeniyetinin devlet geleneği ise “İdeal/Erdemli/Kâmil iyi olan Tekin/Başkanın” yönetimi üzerine kurulan bir siyasal modeli bünyesinde cari olarak barındırır. Burada erdemli/kâmil iyi olan Başkan olan yönetici; kendi medeniyet değerleriyle düşünebilen, donanmış bir uzman yönetici kitle seçimi ile siyasal yönetim modelini oluşturur. Dolasıyla Tevhidi Öz’den bakabilen bir siyasal ve İçtimai düşünce yapısıyla, eşitsizlikleri giderici, yüksek içtimailik/sosyallik taşıyan bir yönetim modeli, devlet olma biçimi zaten Türk-İslam medeniyetin devlet geleneğinde, iktidar anlayışında, siyaset biçiminde bulunmaktadır.
7. yüzyıldan 19. yüzyıla kadar aktif dünya siyasetine yön veriş yoksa hangi yolla gerçekleşebilirdi. Türk-İslam medeniyetinde bu gerçekleştirmenin temel öncüsü, liberal-kapitalist burjuvanın kuvvet ayrılığı ilkesi olmayıp, ‘İdeal/Erdemli/Kâmil iyi olan Tekin/Başkanlığı’na dayalı olarak gerçekleştirilen yönetim anlayışı üzerine kurulan bir siyasal modelin vasıtasıyla olduğu açıktır. Yeni Başkanlık hükümet sistemini bu öz üzerinden ele alınıp tartışılıp geliştirilmesi, Türkiye’nin önünü küresel ölçekte açıcı bir görünümü sağlamasını kolaylaştırırken, küresel kapitalist anlayışın liberal görüşleri ekseninde bir başkanlık modelinin Yeni Türkiye için beklenen sıçramayı gerçekleştiremeyeceği Türkiye’nin son iki yüzyıllık görünümden çıkarmak mümkündür.