SÖMÜRGE AYDINI TARZLI AKADEMİSYEN OLMAK VE TÜRKİYE’NİN KAHT-I RİCAL SORUNU

Doç. Dr. Osman ŞİMŞEK
Doç. Dr. Osman ŞİMŞEK

1984 Eruh baskını ile açığa çıkan PKK terör eylemleri bu bölgede kürt vatandaşlarımızı öldürerek, güya kürt devleti kurdurma sürecini başlatmıştır. Güneydoğu ve Doğu Anadolu bölgesinde PKK törör örgütü, kürt vatandaşları, polisimizi, askerimizi, öğretmenimizi, sivil vatandaşlarımızı öldürerek, devlete, kamu malına zarar vererek, eroin ve diğer madde kaçakçılığı yaparak, Başta İngiltere, Fransa,ABD, Rusya, Almanya, İsrail, Yunanistan, Ermenistan, Rusya, İran… gibi Devletlerin açık desteği ile kuvvet bulmuştur. Bu yabancı ülkelerin açık desteğine ilaveten İçerde de; bir kısım  ulus-devletçi jakoben laik ve laisist bürokrasi ile Türkiye’de kürt etnik kültürün varlığına;

  1. Yanlış edinilen  sosyoloji bilgisiyle, Yapay etniklik oluşturulmuş,
  2. Liberalizm akımının ve liberalizmden beslenen özgürlükçü, haklarçı hümanist aydınlanmacı mantığa sahip batı merkezli bilgi üretmeyi kendisine temel almış sömürgeci akademisyen kitlesinin öncülüğünde, bu sayılan ülkelerin Türkiye üzerinde etkin kılınması sağlanmış olduğu gözlemlenmiştir.

Bir toplumun ilim adamı,  o toplumun değerleri, milli ve manevi kültürü üzerinden geleceğini ilim yoluyla şekillendiren bir yüksek sosyal sorumluluk taşıyan kişisidir. Yine bir toplumun bilim adamı da o toplumun değerlerini küçümseyen, aşağılık duygusu içinde bulunan bir zihniyetle başka kültür, değer ve medeniyetlerin taklitçiliğini kendi toplumuna taşıyan yerli gözüken ama yabancı kesimlerdir.

İşte bu ikinci kesim özellikle 19. Yüzyıl sürecinden itibaren Osmanlı Devletinin ve ardından da günümüze kadar Türkiye Cumhuriyetinin içinde bolca var olmuş kitledir. Bu kesimin en bariz siyasal alana çıkışını  1807’deki Kabakçı Mustafa İsyanı ardından gelişen 1839 Tanzimat Fermanıdır. Tanzimat Fermanıyla  devlet görevlilerince

–bürokrasi, aydın(!) vasıtasıyla; kişiler ile devlet arasındaki ilişkilerin İslam hukukuna göre düzenlenmesi değiştirilerek, hukuk sisteminde İslam’dan uzaklaşılmasına yol açılmıştır. Bu durum Batı medeniyet dünyasının (İngiliz, Alman,Rus,Fransız….) menfaatine  hizmet eder olmuştur.    Tanzimat Fermanının savunan devlet içindeki yerli bürokrasi aracılığıyla Tanzimat fermanı, halife, sultan devlet başkanı olan padişahın İslam’ı temsil etme yetkisinin meclise veya kişilere devrini sağlamıştır. Bu durum  1299 dan buyan gelişen Osmanlı’nın İslam bayraktarlığını tek merkezden yönetilmesini ortadan kaldırmaya “Tevhit Toplumu” ndan uzaklaşılmasına  yol açan sürecin başlangıcını oluşturmuştur. Bu ise İngiliz, Rus, Fransız… menfaatlerine hizmet ediciliği, Osmanlı içindeki Batıcı büroktatik aydınlar! vasıtasıyla sağlanmıştır.  Bu durum devletteki  Kaht-ı Rical’i   yani aydın yönetici “adam kıtlığı” sorununun varlığını somut olarak ilk ortaya çıkaran gelişme olarak söylenebilir. Böylece Kaht-ı Rical  aydın! kesimi iktidarı; saraydan alıp, batıcı bürokrasiye vererek, devlet yönetimini, İngiliz, Fransız, Rus ve diğer Batı medeniyetini temsil eden kesimin menfaatine göre oluşan bir  yörüngeye sokmayı başarmıştır. Zaten bunlar başta Fransa, İngilitere’ye ve Fransızca’ya ve İngilizce’ye hayranlık duyarak modernleşileceğini sanan gafil  sadece okuma –yazman bilen kesimdir.

Yine bu dönemde, Tanzimat bürokrasisi;  Osmanlı bürokrasisine İngiltere’nin İstanbul büyükelçisi yardımlarıyla Urquart bey,  Smith’yan ve Ricardogil klasik liberal ekonomiyi, Fransız kaoscu  pagan sosyal düşünce anlayışını da Osmanlı düşünce sistemine tepeden  yerleştirmiştir. Böylece günümüzde siyasi hayatımızda bahsi geçen Ergenekon yapılanmasının ilk somut nüvesi bu Kaht-ı Rical aydın! kesimi tarafından oluşturmuştur.

Tanzimat’ ın ardından da azınlıklara geniş haklar verilmesi dayatması üzerine kurulu Islahat fermanı (1856) ilan edilmiştir. Bu fermana göre;

Millet sistemi kaldırılmış,

Osmanlı toplumundaki tüm dini topluluklara eşit haklar verilmiş,

Müslüman ve gayri müslimler Osmanlı mülkünde  tam eşitliğe kavuşturulmuş,

Gayri Müslimlere devlet içinde memuriyet hakları verilmiş,

Din değiştirme hakkı kabul edilmiş,

İslam’dan çıkılması halinde ölüm cezasının verilmesi usulüne son verilmesi gibi günümüzde herkesçe bilinen bu maddeler, Batı’lı ülkelerin,  Osmanlı mülkünde lehlerine Osmanlı devletinin ise aleyhine, ilerde parçalanmasına ve sonunda yok olmasına neden olacak tedrici yok etme faaliyetinin menzillerinden birisini oluşturmuştur.  Böylece sosyal düşünce yöntemi, hukuk ve bürokratik aydın! yani Kaht-ı Rical tur. Buna ilaveten Fransız elçisi dahi bu bürokrat ilim adamları, paşaların ortaya koyduğu bu fermana “Osmanlı’nın bu kadar fedakârlık edeceğini ummazdık” diyerek, Batıcı kaht-ı Rical işbirlikçi okur-yazar takımına gönderme yaptığı söylenebilir olmuştur.

Genç Osmanlılar’ın geliştirdiği ve destekledikleri ve ortaya çıkan birinci meşrutiye’te göre,  Sultan’ın yetkilerini sınırlandırma  ve böylece anayasal yönetime geçilmesi konusunda bir adım daha ileri gidilmiştir. Buna göre anayasal bir yönetime geçilmesinin gerekliliği ve tüm Osmanlı vatandaşlarının devlet yönetimine  katılması gibi İngiliz, Fransız, Rus, Ermeni ve diğer yabancı milletlerin menfatine menfaat katan, bunların  Osmanlı iç işlerine karıştırmasını sağlayan  sözde aydın kesim, bunu dile getirmiştir. Böylece de Sultan’ın yetkilerinin kısıtlanması, Batıcı Kaht-I Rical yöneticelerin derin katkılarıyla oluşmuştur.   Batılı ülkeler adına Osmanlı’da azınlıkların haklarını geliştiren tüm bu yasaların , devlet  anlayışının oluşmasına yol açan ana etkenlerin birisi olarak; yerli gözüken okur –yazar bürokrat , paşa yönetici ilim adamları pozisyonundaki batı işbirlikçi aydın! kesimin olması bu dönemde de devam etmiştir.

24 Temmuz 1908 tarihinde ikinci meşrutiyetin ilanıyla  en güçlü Jön Türk Hareketi olan İttihat Terakki Partisi Kanuni Esasinin yeniden yürürlüğe girmesini sağlamak ve diğer bazı maddeler  sonuçta 31 Mart  1909 olayından sonra anayasa da büyük değişliklere yol açan etkiye yapan aydın !bürokrasi kesimi  artık padişahın yürütme yetkilerini büyük ölçüde geriletilmiştir. Böylece  halife ve İslam’a göre karar veren Sultan’ın bu yetkilerinin sınırlılığı yine ;  İngiliz, Fransız, Rus , Ermeni ve diğer yabancı milletlerin Osmanlı üstündeki menfaatlerini yerli gözüken Kaht-ı Rical aydınlar! İle sağlamakta olduğu bir kez daha görülür.

Sonuç olarak bu aydın, akademisyen- bürokrat bir kısım çevre Ülkemizin kaynaklarından istifade ederek toplumun emaneti olan  sahip oldukları;  makam, rütbe ve mevkileri devlete, kurumlarına ve devleti temsil eden kesimlere “katliam, sürgün” gibi iftiralar yaparak günümüzde de kendileri yeni Tanzimatçı, yeni Islahat Fermançı, yeni meşrutiyetçiler olarak, İngilizlerin, Fransızların, İsraillilerin, Rusların, Ermenilerin, Almanların, Amerikalıların, İranlıların menfaatlerine hizmet etme vazifelerini ifa etmeye devam etmekte oldukları görülmektedir.

Türkiye’nin Doğusunda, Güney doğusunda camilere saldıran, hendekler açarak kamu haklarına yıkıcı zaralar veren, asker, polis, yerli halkın canına hucum eden, evlerin içinden başka evlere geçilerek sistematik savaş durumu kodunda bulunan ve   devlet görevlilerine ve kurumlarına kast eden, öz yönetim safsatası adı altında devleti parçalamaya çalışan bu kesimlere sahip çıkan bir akademisyen kitle kimin  ve hangi milletin akademisyenidir. Ayrıca hangi akli bilgi ile bu terör faaliyetlerini masum gösterme görüşüne sahip olan ve bu noktada devleti ve devlet görevlilerini katliam yapmakla suçlayan bu kesim,  imza listesine göre ağırlıklı olarak da, bu ülkenin yabancı dille eğitim yapan üniversite mensupları olması da ayrıca dikkat çekici bir noktayı da ifade etmektedir. Bu anlamda YÖK’ünde yabancı dille eğitim yapma konusunu daha milli stratejik açıdan ele almasının gereği bulunmaktadır. Aksi takdirde zaten kaht-ı Rical geleneğini temsil eden Tanzimatçı, Islahatçılar, meşrutiyetciler, Türkiye Cumhuriyeti döneminde Ergenekoncu, laisist, jakobenlerin ülkeye yapısal olarak “bürokrasi-bilim” etkileşimli zararları, gelenek olarak devam etmektedir.  Şayet bu kaht-ı Rical geleneğini sonlandıracak bir eğitim yapılaşma faaliyeti kurgulanamadığı sürece, kendilerine bu milletin unvan olarak vermiş olduğu sıfatlar ile bu milletin değerlerini hor gören ve  son derece haksız, yersiz ve bilgisizce görüşlerini ortaya koyan  1100 kişinin  zihniyet yapısı, tarihsel tecrübeler ekseninde yeni kaosların habercisi konumunu ifade eder gözükmektedir.  Bu noktada YÖK, Milli Eğitim Bakanlığı yeni milli ve manevi değerler bütüncüllüğüne sahip bilgi üretme yani Tevhidi Sosyal Düşünce anlayışı üzerinden tüm ilim hayatını yeniden düzenleyecek sistematik bilgi inşasına ve bunun taşıyıcısı ilim adamlarını yetiştirme, eğitme programına yönelmesi elzem gözükmektedir. Bu gelişmenin de, 12 Eylül darbesinin oluşturduğu YÖK yasasının kuruluş zihniyeti ile  de olması beklenilmemelidir. Çünkü bu yasa modernleşme üzerinden Pozitivist, liberal –kapitalist düşünceye yol açan Batı’lı, laik, seküler değerleri önceleyen yani bu günlerde bildiri yayınlayan 1100 akademisyenin zihniyetlerine göre bilgi üretmelerine yol açan ve onların anlayışlarını ortaya koymalarını meşrulaştıracak bir bilgi üretme yöntem mantığa hala sahip çerçevede bulunmaktadır.  Bu noktada yeni bilgi yöntemi üzerinden bir tartışmanın başlamışı ve yeni ÖĞRETİM ÜYESİ yetiştirme polİtikasının, ilkelerinin belirlenmesi acil bir toplumsal ihtiyaç olarak ortaya çıkmış gözükmektedir. Çünkü her ülke yada medeniyet için öğretim üyesi,  toplumun “neyi”, “ nasıl” düşüneceğinin bilgisini kendi medeniyet değerlerine göre üretebilecek  özel ve stratejik bir konuma sahiptir.