“Kur’an-Sünnet“ Karşıtlığına Dayalı Modernist Akademik İlahiyatçılığın ”Tahrif Hareketi” Olma Vasıfları

Doç. Dr. Osman ŞİMŞEK

Modernist İlahiyatçılığın, Tevhidi Bilgi Yöntemi Açısından Bir Tahrif Hareketi Olmasının Türkiye’de İçtimai Çözülmeye Yol Açmadaki Rolü üzerine bir uygulama içinde bulunmaktadır. Tahrif sözlükte “  üzerinde kalem oynatma, bir şeyin aslını değiştirme, değiştirme” (TDK, Güncel Türkçe Sözlük) yani olayı, bilerek yanlış aktarma şeklinde ifade edilmektedir. Buna göre ”Kur’an ve Sünnete” dayalı bir tahrif hareketi, “Sünnete ihtiyaç yok, Kur’an bize yeter “ anlayışı çerçevesinde bir kısım(Modernist) ilahiyatçı akademisyen kesimin Türkiye’nin gündeminde yer bulmaya çalıştığı, Türkiye’nin tevhidi İslam aklını, tevhidi ilmi anlayışını ve tevhidi bilgi yöntemini, salt akılcılıktan hareket ederek, bilerek yanlış aktarma yolu ile sarsmaya çalışma uğraşı içinde bulundukları görülmektedir.

     Bir Medeniyet / Kültürel Yapı / Toplum Sistemi, o medeniyetin ilim insanları/adamları  vasıtasıyla  oluşturulan “kurucu bilgi” yoluyla ancak  inşa edebilir. Bu ilim insanları( yani o medeniyetin “Büyük İnsanları”); başta ruhani vasfa sahip Peygamberlerdir. Örneğin;

– Hanif dini ve hanif cemiyeti(toplumu) Hz İbrahim (AS) ile,

-Yahudi toplumu ise kendisine “milli şahsiyet” kazandıran Hz Musa (AS) ile,

-Hıristiyan toplumu Hz İsa (AS) ile ve

– 610 tarihinden kıyamete kadar tüm zamanlara hitap eden İslam medeniyeti ise  “Ben ilmin şehriyim” diyen ve İslam İctimai düzenini kuran Hz. Peygamber Efendimiz(SAV) ile inşa edilmiştir.

Peygamberlerden sonra onların öğretilerini takip eden ilim adamları, düşünce adamları, “ilim adamı-yönetici” niteliğine sahip şahıslar, bu kurucu ilmi geleneğine devam ettirme vasfına ve sorumluluğuna sahip olmuşlardır.

Bir medeniyetin/Kültürel Yapının/ Toplum Sistemin kurulmasındaki

ikinci önemli unsur ise, “kurucu bilgi yöntemi”dir. Her medeniyet muhakkak ki kendi özgün bilgi yapısına göre inşa edilmiş olan bilgi ve düşünce yöntemi ile kendi medeniyetinin kurucu bilgi anlayışını ortaya koyabilir. Aksi takdirde bir başka medeniyetin bilgi yöntemi ve düşünce anlayışını “taklit“ ederek kendi medeniyetini kurmasını beklemek ise hayalden öteye geçemeyecek bir durumu oluşturmaktadır. Buna göre günümüzde “Kur’an-Sünnet” anlayışı çerçevesinde Türk-İslam medeniyetinin içtimai kültür taşıyıcı unsuru, öncelikle Tevhidi Düşünce bilgi yöntemi anlayışına sahip “ilim adam”larıdır. Bunun ardından ikinci olarak ise kıyamete kadar tüm zamanlarda ve tüm toplumlar için geçerli olan Türk-İslam medeniyetinin Tevhidi Düşünce ilmi anlayışı çerçevesinde oluşan “Tevhidi  bütüncül  bilgi yöntemi”dir.

Günümüzde  “İlim Adam”ları kimlerdir denildiğinde bunların çoğunluklu olarak Türkiye’de, Üniversitelerde ilmi dersler veren kişiler olarak belirtilebilinir.

Türkiye’nin İslam medeniyet değerlerine bağlı olması, İslam medeniyetinin son bin yıllık sürecinde O’nun bayraktarlığını yapması gibi hakikatler üzerinden konuya bakıldığında ise, “İlim Adamlığı” konusunun bir ayağının “İslam Dini-İlim Adamı” ilişkisi üzerine oturduğu görülmektedir.  Bu “İslam Dini-İlim Adamı” ilişkisini Kur’an-Sünnet temelinde özelliklede “vahyin yön verdiği akıl” yani vahye bağlı düşünce üreten akıl yapısı ile inşa edilmiş olan içtimai(sosyal) ilimler bağlamında ele alındığında, Türkiye’de özellikle sosyal bilimler bağlamında  “iki tip”  üniversite öğretim üyesi kesiminin varlığı üzerinde durulabilir. Bu iki tipinde sahip olduğu bilgi yöntem anlayışına göre oluşturmuş olduğu akıl yapısı ile ülkenin/medeniyetinin kültürel taşıyıcılığında söz söyleme, bilgi üretmede yetkili olduğu belirtilebilinir.   Özellikle sosyal(içtimai) ilimler alanı çerçevesinde oluşan bu kesimler iki ana eksende yer almaktadırlar ;

  • Bunlardan ilki; İlahiyat Fakültelerindeki İslami İlimleri Kur’an

Sünnet Temelinde ve Tevhidi Düşünce bütüncül ilmi bilgi yöntem anlayışı çerçevesinde ilmi biligi üreten öğretim üyeleri,

ii-İkinci olarak da Türkiye’de ; Siyasal Bilgiler/Bilimler, İktisadi İdari Bilimler, İnsan ve Toplum Bilimleri Fakülteleri, Eğitim Bilimleri Fakülteleri  ile Edebiyat Fakültelerinin Felsefe, Sosyoloji, Psikoloji … gibi bölümlerindeki öğretim üyelerinin varlığıdır.

Bu fakültelerdeki öğretim üyelerinin ağırlıklı olarak pozitivist bilgi yöntemine göre bilgi inşa etmekte oldukları bilinmektedir. Bu bilgi yöntemi ile bilgi inşa edilmesi ise; “üniversite”, “bilgi” ve “bilim” yoluyla Batı medeniyetini ancak taklitçi düzeyde ve onları sadece arkadan takip etmeyi sağlayan bir çerçeveyi ortaya koyabilmektedir.

Oysa ideal manada Türkiye açısından olması gereken, tüm içtimai ilim alanlarının Tevhidi Düşünceye dayalı bütüncül bilgi yöntemi ile öğretim yapan bir akademisyen kitlesinin idealde oluşması/oluşturulmasıdır. Bunun sağlanması ile ancak Türkiye’nin; kültürel bütünleşmesi, kültürel gelişmesi ve kültürel birliğin ilmi yol ve yöntem ile sağlanabileceği söylenebilir.  Ancak günümüzde özellikle bu ikinci maddede sayılan tüm fakülteler ve bölümleri, Türk-İslam medeniyetinin bütüncül bilgi yöntemi anlayışına göre değil de, Aydınlanma üzerinden pozitivizmin (“gördüğün vardır görmediğin yoktur”cu salt akılcı, ilahi Yaratıcıyı(Allah’ı) inkara dayalı  pagan) bilgi yöntem anlayışı üzerinden bilgi üretmekte ve buna da  an itibariyle de devam etmektedir. Pozitivist düşünce yöntemine dayalı salt akılcı akademisyen kitlesinin Türk-İslam sosyal bilim anlayışına yön vermesi sonucu günümüzde;  Türk aydınını, yöneticisini, düşünce insanını inşa etmektedir. Bu bağlamda ülkenin gelecekteki yönetici neslinde, gençliğin zihin yapısını da  şimdiden  bu paganist pozitivist bilgi yöntemine göre hazırlayan  bu akademik kadro,  pozitivist zihniyeti ile cari olarak faaliyet göstermekte olduğu da aşikardır.

Günümüz Türk üniversitelerindeki bu “üniversel/evrensel”ci kadronun “bilim” adı altında pozitivizme bağlı kalınan “taklitçiliği” ile toplumumuzu geri bırakıcı tavrının “bilimsellik”  tabiri kılavuzluğu eşliğinde eleştirilmeye dahi teşebbüs edilemediği görülmektedir. Böylece “bilim”, “bilimsel olma”,  “bilimsel düşünme/düşünce”, “aklını kullanma” gibi beylik laflar ile pozitivizme, materyalisme ve paganizme bir meşruiyet kazandırıldı da görülmektedir. Böylece Türkiye’nin kendi kadim kültürel yapısına karşı çözülmenin gerçekleşmesinin en önemli temsilcisi esasında, bu fakültelerde sosyal bilimler adına bilim ürettiğini düşünen, pozitivist bilgi yöntemine göre düşünce üreten ya da bilgi taklitçiliği yoluyla bilim adı altında modernist Batı bilgisini Türkiye’ye aktaran, “aktarmacı akademik” kesimlerce sağlandığı söylenebilir. Bu konu Türkiye’nin bekası ile ilgili en önemli ve en mahrem konularından biri olup, ısrarla da en üst düzeyde ve en profesyonel organize bir çaba ile üstü örtülen bir konu olarak gündemde düşük bir görünüm içinde tutmaktadır ve tutulmayada devam edilmektedir.

Bu konu Türkiye açısından oldukça önemli olmakla birlikte bundan daha önemli bir düzeyde bulunan bir başka konu ise esasında yukarıda ilk maddede belirtilen İlahiyat Fakültelerindeki İslami İlimleri,  “Kur’an-Sünnet” temelinde ve Tevhidi Düşünce bütüncül ilmi bilgi yöntem anlayışı çerçevesinde ilmi biligi üreten öğretim üyelerinin bir kısmının Modernist İlahiyatcılık rolü ile Sünnete karşı tavır geliştirerek, Türk-İslam medeniyetinin içtimai çözülmesine verdikleri katkının ortaya çıkardığı tehlikedir. Böylece sadece “Kur’an bize Yeterci anlayışı” savunan bu akademik modernist ilahiyatçılık, Türk-İslam dünyasının ve İslam medeniyetinin kültürel çözülmesine katkı veren Batı’cı bir tahrif hareketi konumundadır.

Türk milletinin İslam’a hizmetkarlığı; Hz Peygamber Sevgisi, Hz Peygamber Efendimizin Sünnetinin takipçiliği ile üzerinden Tevhidi Düşünce ilmi anlayışına dayalı Tevhidi İlmi bilgi yöntemi ile tevhit ahlakı eşliğinde 7. Yüzyıldan 19. Yüzyıla kadar, birbirlerinden renk, ırk, coğrafi farklılıkların, mahalli kültürel farklılıkların bulunmasına rağmen dünyanın üç kıtasını siyaseten yönetmiş, buralarda kültürel bütüncüllük, içtimai gelişmeyi sağlamıştır. Bundan dolayı İslam,”Kur’an-Sünnet“ anlayışı üzerinden medeniyet kuran bir çerçeveyi insanlığa sunmuştur. Burada söz konusu 1200 yıllık süreçte İslam medeniyeti; Hz. Peygamber Efendimiz dönemi, Halifeler dönemi, Emevi ve Abbasiler’den sonra özellikle Diyarı – Rum bölgesinde (Anadolu, Balkanlar ve Avrupa İçlerine kadar)Selçuklar, Osmanlılar üzerinden hâkimiyet kurarak, Batı medeniyetine Kur’an ve sünnet  “üzerinden biçim ve ayar vermiştir.  Bu süreçte kimler hakim medeniyet olarak bu üç kıtada bulunanamamışlardır.  Bunlardan bazıları ise ;

– Katolikler,

– Ortadokslar,

– Protestanlar(16yy sonrası),

– Yahudiler ve diğerleri dünya siyasal sisteminde lider olarak bulunamamışlardır.  Çünkü Türkler ”Kur’an –Sünnet” anlayışına Tevhidi Düşüncenin bütüncül ilmi bilgi yöntemi ile Hz Peygamber’i (sav) örnek alarak onun sünneti üzerinden bilgi üretmişler, hayata yön vermişler, adaletli davranmışlar ve tüm bunlar sünnet üzerinden cihan devletinin kurulmasına yol açmış olmaktadır.

Kur’an-ı Kerim  Al-i İmran suresi 31. Ayetinde :

“De ki: Eğer siz Allahı seviyorsanız hemen bana uyun ki Allah da sizleri sevsin ve suçlarınızı mağfiretle örtsün, Allah gafurdur, rahîmdir”

Ayeti ile ;

– İyi bir kul olmak için,

-İyi bir Müslüman olmak için,

– Aklını kullanan bir Müslüman insan olmak için,

– Aklını kullanarak Kur’an-ı Kerim’e tabi olan insan olabilmek için,

Öncelikle ve zaruri olarak vahye bağlı akılcı bilgi ile;  Hz. Peygamber Efendimize uymayı, onun davranışlarını takip etmeyi bize emir kipi  (“uyun” ki) ile belirtildiği çok açık bir şekilde anlaşılmaktadır.

Yine bir başka ayette yani Haşr Suresinin 7. Ayetinde ;

 “Peygamber size ne verdiyse onu alın, size ne yasakladıysa ondan da sakının”

Ayetinin tüm zamanlara yönelik olması(umumiliği),Peygamber Efendimizin (sav) bizlere ne verdi ise n onu almanın, ne söyledi ise onu yapmanın farz olduğunun emir siğasıyla işaret edilmekte olduğu anlaşılmaktadır. Buna göre Hz. Peygamber Efendimiz(sav)’in;  söz, tavır ve davranışlarının (içtimai ilim bakış açısının, düşünce yönteminin, bilgi inşa eden vahye dayalı akıl yapısının, aile, miras, savaş …hukukuna yön vermesi…) bizler için alınıp, uygulamaya geçirilmesinin zorunluluğuna ve böylece kıyamete kadar tüm zamanlarda sünnetin vazgeçilemez olduğuna işaret edilmekte olduğu çok açık bir şekilde akli bir üslup ve mantıkla ortaya konmuş olduğu görülmektedir.

 

Bu bağlamda “Din” Türk milleti için, Türkiye için bu denli kültürel, imani, içtimai bir öneme sahip iken ve bunu da topluma en derinlikli bir şekilde Kur’an-Sünnet bütüncüllüğünde anlayıp üç kıtada İslam’a hizmet etmiş tarihi gerçeklik ortada iken, bazı İlahiyat Fakültelerimizde modernist ilahiyatçı akademisyen tiplemesi ile,

– aydınlanmacı düşünce geleneğine dayalı hem  pozitivist bilgi yöntemi üzerinden,

-hemde rasyonelleştirilmiş Hıristiyanlığa bağlı gelişen hermonotizm bilgi yöntemine bağlı oluşan  muhafazakar görünümlü materyalist salt akılcılığa dayalı bilgi yöntemi üzerinden ; İslam’ı, İslam’ın akaid, fıkıh ve ahlaki konularını ele almaya yönelme ve buradan da sünneti küçük görme(yukarıdaki ayetler bu kadar açıkken bunu görmezden gelen ) hamakati içine düşmüş bir akademisyen yapılanmasının oluştuğu görülmektedir. Bu salt akılcılık üzerinden ama bunu da  tevhidi akılcılık içinde kalınıyormuş gibi gösteren bir tavır ile Kur’an-ı Kerim’i anlamaya çalışan aydınlanma temalı, pozitivist modernist ilahiyatçı akademisyen kitlesi, tarihselci bakış açısı ile de Kur’an-ı Kerim’i anlamaya çalışmaktadır. Bu tarihselci bakış ise bu kesimleri Kur’anı-Kerim’in  sadece indiği döneme ait olduğunu belirten bir geri akıl seviyesi içine itmektedir. Böylece Modernist pozitivist temalı ilahiyatçı akademisyen kesim tarihselci yaklaşımları ile Hz Peygamber Efendimiz (sav)’i emekliye sevk etme gayretleri içinde oldukları da görülmektedir.

İslam, Kur’an-ı Kerim’in emir ve yasaklar içeren hükümleri, Peygamber Efendimiz’in uygulamaları ile açık olarak anlaşılmıştır. Böylece dinin içtimai yapıya düzen veren kültürel bütüncüllüğü, Hz Peygamber Efendimiz’in tevhidi örnek yaşayışı ile yani  insanların Peygambere Efendimizin yaşayışında  bu emir ve yasakların uygulamasını görerek de sağlanmıştır.

Buna göre modernist ilahiyatçılık “Kur’an bize yeter” salt akılcı bilgi aklı ile Kur’an-Kerim’e de materyalist bir çerçeveden yaklaşarak,  teslise dayalı hıristiyan temalı rasyonalizmin inşa ettiği hermonotik yöntem bilgisi çerçevesinde baktığıda ortaya çıkmaktadır. Böylece İlahiyat Fakültelerinde modern ilahiyatçılık tiplemesiyle İslam dinini;

  – “rasyonelleştirme”,

    -“protestanlaştırma”,

    – “sekülerize etmek” için, doğrudan oryantalist pozitivist pagan akılcılığa ait bir tavır ve tutumun içine girmiş oldukları görülmektedir. Bu tavır ve tutumlarıyla modernist ilahiyatçı akademsiyen kesimin,  “Kur’an bize yeter”ci anlayışı ile güya Kur’an dan yana tavır alır gözükerek, sünneti reddeden bir bakış açısı ile  başta ümmetin sonra da Türkiye’nin kültürel bütünlüğünü, içtimai bütüncüllüğünü çözülmeye yönlendiren bir obskurantis şahsiyet konumundadırlar. Bu obskurantis(bilmesinlerci)  akademik tahrif hareketi, materyalist salt akılcı düşünce yöntemi ile;

-Bazen pozitivist,

– Bazen de hermonotik materyalizme girerek,

İslam birliğini, ümmet şuurunu ve Türkiye’deki medeniyet kurucu “Kur’an–Sünnet” mahreçli tevhidi bütüncül ilmi yöntem aklını çözülmeye yönlerdirmekte oldukları, aşikar olarak gözükmektedir. Bu  pozitivist ve hermonotik yöntemler;

– Batı dünyasında,

– Başta Batı kiliselerinde,

– Batı medeniyeti siyasi, kültürel, ve dini çevrelerinde İslam’a karşı, Türk-İslam medeniyetine karşı, “Kur’an-Sünnet“ anlayışına karşı,   Tevhidi Düşünceye dayalı bütüncül bilgi yöntem  anlayışına karşı “ kültürel imha edici” bilgi ve uygulamları ortaya koyduğu açıktır.  Modernist ilahiyatçıların bu noktada tüm bu unsurlarla(çünkü onlar Hz. Peygamberi ve sünneti kabul etmemekte) salt akılcılık anlayışı üzerinden aynı paralelde bulunmaları, ülkemiz, milletimiz ve kültürel yapımızın selameti açısından düşündürücü ve kaygı verici bir durumu ortaya çıkarmaktadır.

Bu kesimlerin salt akılcı mantıkla vahiy-akıl ilişkisi dışındaki bir akıl çerçevesi ile oluşturdukları sünneti önemsiz görme ve gösterme  üzerine  inşa ettikleri bilgilerinin, “Kur’an-Sünnet “ açısından bir kıymetinin olmadığı açıktır. Ancak sahip oldukları bu tür bilginin, bir tahrif hareketi bağlamında, içtimai çözülmeyi teşvik edici bozguncu bir eylem olarak görmekte gerekmektedir. Bu noktada medeniyetimizin en önemli taşıyıcı unsuru olan Türkiye’nin 21. Yüzyıl inşa ve ihyasının önünü engellemeye yönelik bir tutum olarak görülerek bu  modernist ilahiyatçı akademik tavrın, ciddi ilim adamlarından oluşmuş bir heyetin, tahrif hareketi bağlamındaki gelişen bu sürecin oluşturacağı tahribatı önleyici ilmi çalışmalar, raporlamaları ortaya koyma gereği de bulunmaktadır. Böylece 21. Yüzyılın; din, ahlak, medeniyet değerleriyle yeniden düzenleneceği bir yüzyıl olduğundan ve Türkiye’nin bu noktada dünyaya sunacağı son derece müspet örnekleri ortaya koyabilecek kültürel vasıflara sahip olduğu açıktır.  Türkiye’nin söz konusu süreçte dünyaya hitap eden büyük bir güç olması potansiyeli bulunurken, Modern ilahiyatçılığın din üzerinde pozitivist rasyonel akılcılığa bağlı kalan tahrif hareketi ile süreci baltalamak isteği ve bu yöndeki kararlı azminin öne çıktığı da gözlemlenmektedir.

  1. Yüzyıl siyasi gerçeği ile yükselen Türkiye’yi kültürel özüne bağlı olarak gelişmesini engellemeye yönelik modernist ilahiyatcı akademisyenin salt akılcı din üretme tavrının, Batı siyasal düşüncesine, onun “Kur’an -Sünnet“ temalı Türkiye’ye bakışına karşı duruşu ile bir  uyumluluk taşıdığından, bu tahrif hareketinin bir Batı projesi olarak görmek  gerekmektedir.” Kur’an–Sünnet” içerikli ilmi çevrelerin de bu noktada, başta akademik bağlamda olmak üzere ilmi bir hamle içine girerek,  bu tahrif hareketinin salt akılcı ilkelerinin tutarsızlığına, yetersizliğine yönelik hem  cevap ve hem de  ilmi bilgi tavır ortaya koyma sorumluluğunun bulunduğuda açıktır.