KUR’AN-SÜNNET ANLAYIŞININ SİSTEM KURUCU VASFI VE MODERNİST-TARİHSELCİ İLAHİYATÇILIK İLE ORYANTALİZM İLİŞKİSİ

Doç. Dr. Osman ŞİMŞEK

“Kur’an-Sünnet“ temelli İslam,  Tevhidi Düşünceye dayalı ilm-i ledün içerikli, “Kainat Ana Sistem“ işleyişine sahip olarak kainattaki tüm ilimlere yön veren bir mahiyet sahiptir. Buna göre İslam’ın ”Kur’an-Sünnet” anlayışı, kainatın içinde bulunan dünyada; hayata ölçü koyan, insanın yaşam tarzına kurallar getiren, bu kurallara tam bağımlılık gösterildiğinde de  kıyamete kadar her zaman diliminde ;

“güçlü devlet”,

“adalet ile cihana yön veren devlet sistematiğine”,

“ stress ve psikiyatriden uzak, itminana yani huzura ermiş, huzurlu insan tipini inşa etme” özelliğine sahip bir muhtevası bulunmaktadır. Bütün bunlar “Kur’an’ın emir ve yasakları ile Peygamber Efendimiz (sav)’in sözleri, açıklamaları, davranışlarındaki uygulamalar ile 7.yüzyıldan itibaren geçmişte gerçekleşmiştir. Şimdilerde de ve gelecekte de gerçekleşme kuvvetine, gücüne sahiptir. Çünkü İslam kıyamete kadar geçerli bir din olup,  bu dinin ilmi yöntemi olan Tevhidi Düşünce bilgi anlayışı ile her zaman diliminde/çağda özüne uygun yorumlar yapılarak, bilginin gelişmesine yol açabilmektedir. Böylece tüm zamanlarda tüm insanlığın ihtiyaç duyduğu; yönetim, sistem, toplum hayatı, insan tipi, üretim ilişkileri, hukuk ve ahlakı… ortaya koyarak, dünya ile doğrudan irtibatlı (ama seküler olmayan), dünya içinde “gelişmeci açık bir dünya sistem modeli sunan” bir derinliğe sahiptir.  Modernist ilahiyatçılığı ; “ ilmi yöntem” bakımında ve “dinle- siyasal ilişki açısından” ele alınacaktır.

  1. Kur’an-Sünnet Modelinin Kıyamate Kadarki Her Zaman Diliminde “Sistem Kurucu Vasfı”

İslam’ın Tevhidi Düşünce anlayışı ilahi kaynaklı bir “kainat ana sistem” anlayışına sahip olduğundan, kıyamete kadar her zaman diliminde “Kur’an-Sünnet” anlayışı/modeli; cihana yön veren, gelişmelere açık olarak hem ferdi bazda insana, hem içtimai yapılara, hem de devletlerin işleyişine tevhidi bir yön verebilmektedir. Böylece tüm bu unsurlara kendi ölçüleri içinde bir hayat tarzını sunan gerçekliğe sahiptir.  Buna göre;

“Kur’an-Sünnet“ İslam’ın; insan, toplum, devlet hayatlarına yön veren anlayışı; “vahiy” ve vahye bağlı dünya hayatı”nın(Akıl) bütüncüllüğünden oluşur. Dünya hayatında vahye bağlı olarak Kur’an’ı Peygamber Efendimiz (sav)’in bizzat kendisi hayatında da yaşayarak, bizler için duyu organlarımızla (akıl ile) şahit olacağımız örnek olma yoluyla ortaya koyduğu açıklamalardan oluşur. Bu konuda Hz. Aişe(R.A.) validemiz,” (Peygamber Efendimiz’i kast ederek) O’nun hayatı Kur’an’dı” diyerek, Efendimiz(sav)’in dünyadaki yaşadığı hayatını bizzat vahye bağlı olarak açıklamıştır. Buna göre;

Kur’an-Sünnet İlişkisinin; “vahiy” ve ”vahye bağlı akıl ile dünya hayatını yaşama” olarak belirtilmiş olduğu anlaşılır.

   “Kur’an –Sünnet”e dayalı İslam’ın düşünce yapısı;  tevhidi mahreçli bilgi üretme yöntemi, içtimai sistem anlayışı, medeniyet(umran)-devlet yapılanması ve kurumsal işleyişi “vahiy” ile “vahye bağlı akılın” ahenkli bütüncüllüğü/”birliği”/”tevhidi” üzerine kurulu bir muhtevaya sahiptir. Bu muhteva 7. Yüzyıldan 19. Yüzyıla kadar dünya siyasetinin, aktif bölgesi olan Mekke-Medine, Türkistan, Kafkaslar’dan Macarisitan’a kadar Avrupa ile Orta Afrika içlerine kadar nüfuz etmiştir. Bu 1200 yıllık süre içinde ne papalık, ne Yahudilik, ne masonluk ne de bir başka unsur aktif dünya sistemine yön verici olamamıştır. Bu unsurlar ancak fitne kazanını kaynatarak(hariciler, batiniler, modernistler..) gizli,  mahfil siyasetini yürütebilmişlerdir.

İslam’ın cihan şümul ve kıyamete kadar geçerli içtima sistem modeline Batı’da aydınlanma pagan düşüncesi, Fransız ihtilali illkeleri, 19.yüzyılda; pozitivizm, oryantalizm modernleşme, liberal –kapitalizm … ile karşılık verme süreci oluşmuştur. Bu süreç ve sürece bağlı Batı tutumu İslam’ın ”Kur’an –Sünnet“ anlayışının oluşturduğu; devlet modeline, medeniyet(umran)kavrayışına, hayat tarzına, siyasal etkin model kurma vasfına, vahiyden beslenen dünya hayatına yön veren tevhidi akıl anlayışına fikri, siyasi saldırılar yapmıştır.  Bütün bunlara ilaveten getirdiği dini, en başta kendi hayatında yaşayarak gösteren ümmetin rehberi olan Peygamber Efendimiz’i(sav)  -haşa-sıradan bir insanmış gibi gösteren oryantalist salt akılcı fikir ve düşünceleri de geliştirmiştir.  Böylece modern Batı, salt akılcılık ve pozitivizm üzerinden Efendimiz (sav)’in sünnetini önemsizleştirerek, dinin bir rehber eşliğinde anlaşılmasını engellemeye çalışan oryantalist seküler-pozitivist aklın devreye girdirdiğini, bunların çerçevesini çizdiği bir İslam anlayışını ortaya koymakta olduğunu görmekteyiz.

Bugünlerde de bu vazifeyi Türkiye’de özellikle ilahiyat camiasının bir kısmını içeren Batı’lı oryantalizmden beslenen reformist-modernist, tarihselci, salt seküler akıldan hareket eden pozitivist ilahiyatçıların devam ettirdiklerini görüyoruz. Bunlar açık olarak “Kur’an bize yeter” diyerek Sünneti ortadan kaldırarak, oryantalizmden hareket eden, oryantalizme hizmet eden fakat dinin içinde gözüken salt akılcı bilgi yöntemine dayalı modernliğin(paganizmin) hizmetkarları olan bir kısım akademisyenlerdir. Bu kesim söz konusu bakış açılarıyla esasında Peygamber Efendimiz(sav)sünnetini, davranışlarını benimsemeyen, onu yok sayan, sünnete yönelik davranışlarını önemsiz gören ve bunu da Kur’an’daki bazı ayetleri, salt akıl yoluyla yorumlayarak geliştirmeye çalışan pozitivist yöntemli bir tutum içindeki kesimdir.   Oysa bu kesimlerin söylediklerine bakılırsa ; vahiy yoluyla getirdiği hukukunun kıyamete kadar geçerlilik taşıyan Son Peygamber/hatemen Nebi olan Efendimiz (sav)’i sıradan insan gibi gören, gösteren teslis inancına dayalı hıristiyanlıkla, hıristiyanlarla papalıkla, yahudilik’in… sahip olduğu  “aklı kullanma yöntemi olan salt akılcı”  bakış açısıyla aynı paralellik ve eşğüdüm içerisinde bulunmuş olan kesim olarak görülür.

Bu reformist/modernist-tarihselci-pozitivist akılcı ilahiyatçılar Kur’an bazı  ahkam(hüküm) ayetlerinin evrensel olmadığını, indiği toplumun sosyo-kültürel, sosyo-ekonomik yapısına bağlı şekillendiğini söyleyerek, Kur’an’ın bu boyutunun tarihi şartlara göre oluştuğunu ve böylece evrensel olmadığı ifade etmektedirler. Bu açıklamaya göre de; Kur’an’ın bütünselliğini bozma, parçalama yoluna gitmektedirler. Böylece bu kesim, salt pozitivist akılcı yaklaşımlarıyla, Kur’an’a karşı, eleştirel-tarihsel bir çizgide bulunmaktadırlar. Oysa günümüzde Hıristiyanların Papa’sının şu sözleri, modernist/pozitivist, tarihselci ilahiyatçıların öne sürdüğü yukarıda ifade edilen fikirlerle ne kadar da örtüşük bir haldedir.

Papa’nın İslamiyet hakkında “İslam’la diyaloğumuz iyi gidiyor… Bizim kutsal metinlerimiz için yaptığımız gibi onların da Kuran üzerine eleştirel bir çalışma yapmaları onlar için iyi olur diye düşünüyorum. Tarihsel-eleştirel bir yorumlama yöntemi, gelişmelerini sağlayacaktır” (wwwhaber7.com, 3.09.2017,12:15)açıklaması, her iki kesimin (Papa ile tarihselci modernist ilahiyatçıların) fikirlerinin eşgüdümlülük taşıdığını açıkça ortaya koymaktadır. Buna göre Papa’nın, daha geniş zamanlı olarak Papalık zihniyetinin Türkiye’deki modernist ilahiyatçıların tarihsel –eleştirel Kur’an bakış açılarına ne kadar benzemekte olduğu bu sözleriyle aşikâr olmuştur.  Bu bağlamda Türkiye’deki modernist ilahiyatçıların salt pozitivist aklı kullanarak, “Kur’an ve Sünnet”in ahenkli bütünselliğine yönelik eleştirileri, karşı duruşları, esasında bu kesimin bilgi üretme metodolojisinin oryantalist “öz”lü olan ama yerlilik görüntüsü içinde “oksidantalist” bakışını ortaya koymaktadır.

Sonuç olarak Papa’nın, Batı’daki İslam düşmanı açık ve gizli kurumların “Pozitivist Akıl” geleneği ve Reformist İlahiyatçıların “pozitivist akıl” anlayışlarının kök benzerlikleri açıkça ortaya çıkmış durumdadır.

Pozitivizm 19.yüzyılda salt akıla dayalı, yani duyu organları(göz, kulak)  ile değerlendiren bir anlayışa sahiptir. Buna göre pozitivizm “her şeyi” “sadece “akıl ile değerlendiren dolayısıyla vahiyi inkâr eden modern Batı dünyasının bilgi, bilim ve düşünce üretmesini sağlayan ana bakış yöntemidir.  Pozitivizme göre, duyu organlarının görmedi, “yoktur”.  O halde pozitivizm temelli modern düşünce de, kişi,  vahyi kendisi baş gözüyle görmüyor o halde (haşa) vahiy yoktur, Allah’ı görmüyor o halde haşa Allah’ı inkâr eden bir akım olarak zuhur etmiştir. Pozitivizme göre “Her şeyde” salt akıl, hâkimdir. Herşeyi, sadece gördüğüne göre değerlendirir.

Batı düşüncesi kurumları bu anlayışı göre kurgulanmıştır. Türkiye modern Batı bilimlerine bağlı başta sosyal bilimler olmak üzere her alanda (ilahiyatta dahil)  üretilen akademik modern bilim mantığı, bu anlayıştan yoğun bir şekilde etkilenmektedir. Modernliğin, çağdaşlığın, bilimin temeli bu çerçeveden geçmektedir.  Bu düşüncenin oluşumundaki de köken, İblisyan akıldan kaynaklanır. İblis’e secde et emri gelince, İblis akıl yoluyla-duyu organları vasıtasıyla- kendisinin ateşten Adem’in de topraktan yaratıldığına hükmederek, kendisinin salt akıl yoluyla üstün olduğuna karar verdi. Böylece Allah’ı varlığını inkar etmeden ama O’na akıl yoluyla determinizm yaparak, emre itaat etmeyerek salt akıl başkaldırmasına yol açmış ve böylece lanetlemiştir. Demek ki salt akılcılığın bir yönüde, Allah’ı inkar etmeden O’nun(secde et) emrine(soyut boyuta) karşı çıkartan bir muhakemeyi ortaya çıkararak, inkarcı olunmaya yol açmaktadır. Bu noktada  “Kur’an bize yeter” denilerek, Allah’a inanıyor modunda görülüp, Resulün sünnetini önemsizleştirmek hali, aynen İblisyan salt akılcı sistemdeki ateş-toprak determinizmi yapmaya benzeyen bir süreci ortaya çıkarmaktadır. Oysa Cenab-ı Hak; “De ki; Eğer siz Allah’ı seviyorsanız hemen Bana uyun(tabi olun ki davranışlarımı takip edin, sözlerimi uygulayın yani sünneti yaşayın) ki,  Allah’da sizi sevsin ve günahlarınızı mağfiretle örtsün, Allah gafurdur, rahimdir(Al-i İmran 31)” ayetine göre Peygamber Efendimize hemen uymayı, onu örnek almayı emretmektedir. Böylece sünnet, salt akılcı determinizmin inkar yolu açmayacak kadar, o yolu kapatacak kadar insanın imanın muhafazasında, temel bir konumda olduğu açıklık kazanmaktadır.

2. Modern Batı siyaseti,  Batı’nın Kimlik ve Siyasal Krizi, Yükselen İslam ve Modernist İlahiyaçılığın “Oryantalist” ve” Oksitantalist” Siyasal Rolü

Batı’daki pek çok dini, siyasi ve buna bağlı oluşan ekonomik, toplumsal, kültürel örgütlenme anlayışı ve bu öze yönelik yeni görüşler geliştirme de(post-modernizmde dahil),  esasta pozitivizme yani modernlik görüntüsünde çağdaş paganizme göre oluşmuş, yapılanmıştır.

Başta hıristiyanlık, papalık, Yahudilik, NATO ve modern devletler ve yapılarının hegemon, oligarşik siyasetlerini meşrulaştıran (İngiliz Kraliyet akademisi, Fed, Bilderberg, Roma Kulübü, IMF, Dünya Bankası)  gibi kuruluşları hep pozitivizme göre şekillenmiş anlayışlar ve yapılardır. Bu çerçevede papalık, oryantalizm, modernist tarihselci ilahiyatçılığın hegemon batı oligarşik hakimiyetini sağlayacı rolleri oluşturulmuştur. Buna göre ;”Papa” kimliği ve “Papalık kurumu” da esasında teslis inancı şeklinde görülen zamanımızdaki Batı muhafazakarlığı(hermonotizm), pozitivist hıristiyanlığa göre şekillenmiştir.

Oryantalizm ise, 19 yy da Batı’nın pozitivist medeniyet ve pagan üst aklının hâkimiyetini “silah-güç –sömürü” ilişkisi ekseninde kurgulamıştır.

Küresel modern siyaset bu noktada 19 ve 20.yüzyılda pozitivist akla göre dünyaya düzen vermiştir. Buna göre de İslam medeniyeti ülke ve toplumlarını sömürme meşruiyetini kendisinde görmesine yol açmıştır. Bu iki yüz yıl içinde aşama aşama gelişen yukarıda isimleri sayılan kurumlar, rollerini pozitivist pagan zihniyeti içinde “güç”ün verdiği hegemon düşüncesine göre siyasal iktidarını gerçekleştirmişlerdir.

21.yüzyılda ise Batı medeniyetinde sistem krizinin oluşması ve bu yapısal krizide yeni bir sistem üretek aşmayı gerçekleştirmeyince, “kimlik”, “düşünce” ve “sistem” krizi içine sokulmuştur. Bunun sonucu İslam medeniyetinin (umranını) öne çıkması, dünyada yeni bir çare olarak görülmesi gerçeğini ortaya çıkarmıştır. Bu noktada modern Batı medeniyeti için İslam umranının(medeniyetinin) dünya ölçeğinde söz konusu oluşabilecek gelişmesi ve muhtemel lider konumunun önünün tıkanması gerekmektedir. Bu tıkama işlemini içerden yani Türkiye içinde modernist, tarihselci akademik pozitivist ilahiyatçılar ile sağlanmasına yönelik projeler, tüm Batı’nın uluslararası açık ve gizli kurumları vasıtasıyla gündeme getirilmiştir. Bu noktada modernist ilahiyatçılar,  İslam düşüncesini,” İblisyan  salt akılcılık” oyunu ile kırmaya çalışan bir rolün  içerisine oksidantalist olarak sokuşturulmuştur. Bu faaliyetlerini de en somut olarak küreselleşme süreci ve özellikle de 2007 yılından itibaren yoğunlaştırmışlardır.

Modernist tarihselci ilahiyatcı kesimin“Kur’an-Sünnet” karşıtlığı ile “Kur’an Bize yeter” pozitivizm taraftarlığını;  inanan gözüken, ancak salt paganist İblisyan aklın tuzağı içinde dalalete dalmış bir grubun akademik ilahiyatcılık  görünümünün tevhidi içtimai ilmi ölçülere göre yapılması zaruridir. Böylece ilmi bilgi yöntemi bakımından da bu tarihselci modernist ilahiyatçılığın akademik bağlamda bir  yeni “haricilik, batınilik” hareketi  olarak görülmesi gereği bulunmaktadır. Yine bu kesimi,  21.yüzyılın  “Kur’an-Sünnet“ temelli Yeni Türkiye’sinin “inşa”sının ve “ihya”sının önüne  narksizmden hareketle akılcı bilgiç “din”  alimliği görüntüsü ile ortaya  çıkartılan bir oryantalist projenin taraflarından biri olarak görmek gerekir.  Batı’nın bilgi toplumu sürecinde “bilgi üzerinden” İslam dünyasının yeni dirilişini engellemek için bulduğu bu çare, modernist ilahiyatcıların “Kur’an-Sünnet” karşıtlığıdır. Bu noktada;

  • Peygamber Efendimiz (sav)i devreden çıkarmak,
  • Papa’nın açıklamaları ile eşgüdümlülük taşımak,
  • Hem Papa’lık kurumunun hem modern Batı ülkelerinin ve onların kurumlarının, Efendimiz (sav)’i  “yok sayma” gayretleri ile bütünleşmiş bir tutum içerisinde bulunmaları, bu kesimin açık, bariz İblisyan salt akılcı pozitivizm taraftarlıkları içinde olduklarını ortaya koymaktadır.