Deizim – Sosyal Medya ve Gençliğin Yeni Akıl İnşası

Prof. Dr. Osman ŞİMŞEK

28 Ocak 2022 tarihinde Cumhurbaşkanlığının Basın ve Yayın Faaliyetlerine yönelik olarak yayınlamış olduğu genelgede, toplumumuzun “milli ve manevi değerlerine uymayan sözlü ve görsel basın ve yayın faaliyetleri aracılığıyla aile kurumunu, çocukları ve gençliği hedef alan tehdit ve tehlikelerin yayılımının önlenmesi hususunda tüm kurum ve kuruluşlar tarafından gerekli hassasiyetin gösterilmesi, yöneticiler tarafından sürecin titizlikle takibinin ve gereğinin yapılması”na yönelik hassasiyet içerikli bir uygulamanın başlatılmış olması, Türkiye açısından oldukça gerekli ve önemli bir gelişmedir. Çünkü dijital mecraların, bir kısım sosyal medya çevresinin Müslüman-Türk milletinin; aile, gençlik ve çocuk hazinesinin içini boşaltmaya yöneldiği görülmektedir. Yine bu kesimlerin, özgün kültürümüze göre pek çok yanlış olan anlayışların içine, gençlerimizi girdirmeye yönelik çabalar içinde oldukları gözlenmektedir. Böylece milli ve manevi kültürümüz açısından değersizlik alanları olan; deizim, agnostizim, ateizim gibi paganist içerikli anlayışları bir değermiş gibi sunan yaklaşımlara, Cumhurbaşkanlığı genelgesinin dikkatli ve hassasiyet içeren uyarısı, önemli cevaplar verebilmeyi geliştirebilecektir.

Günümüz mevcut durumu açısından sosyal medyanın önemli bir kısmının, Türk-İslam medeniyetinin milli ve manevi kültürünün olumsuzlaştırması anlamında kullanıldığı da gözlemlenmektedir. Bu manada söz konusu edilen bu sosyal medya kesiminin modern paganizm değerlerini önceleyen kimliği ile,  Müslüman Türk toplumunun; annesini, kadınını, ailesini, gençliğini istismar etmeye yönelik önemli bir sosyolojik görev yaptığı da söylenebilir. O halde, modern cahiliye kültürü olan deizm, ateizm, agnostizim gibi anlayışlarının idealize ettirildiği söz konusu edilen bu sosyal medya mecralarının, dijitaliyete bağlı olarak oluşturdukları çok cinsiyetçiliği içeren yeni özgürlük anlayışına, sınırsızlığa ve deistikliği teşvik edici tutumlarına bir ölçüde “dur” denebilmelidir. Bu iradesinin gösterilmesi de, Türkiye açısından son derece önemlidir. Buna göre günümüz Türkiye’sinin de başta sosyal medya vasıtasıyla sürekli boca edilen genelde “deizim” ve özelde “Türk deizmi olan tengiricilik” kültürlenmesine karşı ilmi ve akli içerikli bir mücadele vermesinin önemi çok açık bir şekilde ortaya çıkmaktadır.

Merhum N. Topçu’ya ; “Türkiye’nin geleceğini nasıl görüyorsunuz” diye sormuşlardı. Topçu ise “Bana toplumun gençliğini gösterin bende size ülkenin geleceğini(yarınını) söyleyeyim “ demiştir. Gençlik ve genç nüfus,  bir toplum geleceği için hayati önem taşımaktadır. Çünkü gelecek 25 yıl sonra bugünün 15-25 yaş aralığını içeren gençlik, doğrudan sorumluluk taşıyan toplumu yöneticileri olacaklardır. Bu durum bütün toplumlar ve onların gelecekleri için geçerlidir. Tüm bu özelliklerin bilinmesine rağmen sosyal medyanın topluma, toplum gençliğine yön verici bir konuma yükselmekte olduğu görülmektedir. O halde bu tür sosyal medya mecralarının, milli ve manevi alanlarımıza yönelik kültür tahrip edici boyutuna yönelik ciddi caydırıcı önlemlerin alınması şarttır. Bu alan başıboş bırakılamaz. Çünkü bir gencin günde 8-10 saat arası sosyal medya kültüründe mesai yapıyor olması, o mecranın yayın aklına ve negatiflik içeren kültür nakline; aklıyla, beyni ile ve kalbi(hisleriyle, duygularıyla) ile maruz bırakılmış olması,  maalesef Türkiye’de gide gide deizmin kucağına doğru itilmiş bir gençliği ortaya çıkarmaktadır. Böylesi istenmeyen durumların oluşmasında esasında pek çok sebepler bulunmaktadır. Ama deizm, pagan bir inanç olduğundan, bunun gençlik dünyasında gelişmesi, gençliğimizin yerli inanç anlayışımız olan İslam’dan uzaklaşmasına doğrudan etki etmektedir. Bu durumun oluşmasında en başta “doğru İslam” ile “ilim” arasındaki münasebetin doğru anlatılamamasının oldukça önemli bir yeri vardır.

Buradan hareketle günümüz Türkiye’sinde deizmin gençlik üzerinden bu kadar etkin bir şekilde yayılmasına neden olan iki ana unsuru belirtmek gerekir. Bunlardan ilki, yani ilk unsur, Türkiye’de siyasal yapının Tanzimat’tan bu yana adım adım gelişen liberal-pozitivist ideolojik tutumun, devlet aygıtına yön vermesine bağlı oluşan etkileridir. Yani bu ilk unsur; sistemsel etki unsurudur. Bu “sistemsel etki unsuru”nu; deizmin, agnostizim, ateizm gibi ifsat fikirlerin Türkiye’de oluşmasının dıştan oluşturucu sebepleri olarak görebiliriz. Buna göre “sistemsel etki unsuru”nun en belirgin araçları ise ;

-Pozitivist düşünceye dayalı devlet ideolojisi, pozitivist ve hermonotik düşünce karışımlı eğitim yöntemi,

– Amerikan Fulbright anlaşmasının eğitim yoluyla devletin resmi eğitim kurumlarına nüfuz etmesi vasıtasıyla 1949’dan günümüze değin tüm Cumhuriyet hükümetlerinin programlarında yer alan, Müslüman Türk insanının/gencinin/yetişecek aydının, seküler-pozitivist ideolojik akıl inşasını gerçekleştirmedeki tavizsiz tutumu,

-Kemalist devlet geleneğinin İslam ile mücadelesi ekseninde sekülerize ve pragmatize ettirilmiş bir İslam yapısının, liberalizm içinden kavranmasının dayatılması,

-Pozitivist devlet aygıtının, toplumun tevhidi-sünni İslam’ı benimsemiş  olan yerli ve milli kitle ile yapmış olduğu mücadelesi,

-Sabetayis kültür ve insan unsurunun Kemalizm’in içine girerek(https://youtu.be/2Xfqr4-kWhl) bu karma yapının, devletin kontrol etme gücünü kullanarak; bir yandan Türk-İslam medeniyet içerikli kültür ve değer üretici tüm konuların, özünden uzaklaştırılması sağlanarak, eşzamanlı olarak öbür yandan da yeni inşa edilen pozitivist bürokrat aydın! kimliği ile ülke politikalarını şekillendirme gücüne sahibi olunması,

-Sinema, tiyatro, medya iletişim kanallarının ekserisinin; seküler, paganist akıl yapısı üzerinden oluşması ve bunlarında, Müslüman-Türk toplumuna İslam’dan uzaklaştırıcı bir kültürlendirmeyi sürekli ve düzenli olarak sunması,

-Seküler-pozitivist aydının Medya imkanı ile;  bilimsellik, çağdaşlaşma ve özgürlük sloganlarıyla Türk-İslam medeniyet değerlerinden uzaklaşmayı, onun küçültücü olarak gösterilmesine yönelik söylemleri sık sık tekrar edilerek, İslam’ın toplum nezdinde ve özellikle gençlik dünyasında küçük gösterilmesine bir alışkanlığın kazandırılması sağlanmaktadır.  Bu “alıştırma“ sosyolojik tekniğinin ardından da hazırlananmış zihinlere, Türk-İslam medeniyetinin değerlerinin küçültücü yaşam tarzı olarak göstermeyi artık doğrudan  “telkin et” yöntemine geçilmektedir. Bu iki yolla(“alıştırma” ve “telkin et”),  modern Türkiye’nin pozitivist sosyolojik sistem zemininde açık kaynakları kullanarak, Türkiye’nin yerli ve milli kültürüne karşı yapılan  yıkıcı, çözülmeci, ifsad edici propogandalar…vs gibi etkiler, Türkiye’de günümüzde oluşan deist, agnostik, ateistik sapkın düşüncelerin gençlikte karşılık bulmasına meşru zemin hazırlamış olunmaktadır. Böylece; deistik, agnostik ve ateistlik gibi sapkın düşüncelerin, toplumu ve gençliği ifsat edici akımların, Türkiye’de alan bulmasında, Türkiye’deki pozitivist-liberal yapının “sistem-ideoloji”  etkileşiminin bizzat kendisinden kaynaklanmakta olduğu söylenebilir.

Günümüz Türkiye’sinde genel anlamda “deizmin” ve özel anlamda ise çok sinsi bir gelişme kat eden “Türk deizmi olan tengiricili”ğin,  gençlik üzerinde bu kadar etkin bir şekilde yayılmasına neden olan ikinci ana unsuru ise “Türk-İslam aile yapısında meydana gelen kültürel yozlaşmadır”. Bunu da Türkiye’de; deizmin, agnostizmin,  yaygınlaşmasının içten oluşturucu ana sebeplerinde birisi olarak görebiliriz. Türk-İslam kültür değerlerine sahip ailelerin, dindarlık ve millilik çizginde bulunmalarına rağmen toplumdaki liberal dünyevileşmeci tutumlara yönelmedeki yoğunlaşmaların, böylesi olumsuz etkilerin oluşmasına, bazen doğrudan bazen de dolaylı etken olduğunu söylenebilir. Aşağıda yapılan bu türdeki sosyolojik değerlendirmeler; konu ile ilgi akademik düzeyde yapılan mülakat içerikli çalışmalar, yine konu ile yapılan çeşitli toplumsal araştırmaların, ilgili yapılan okumalarla yapılan gözlemlerden istifade edilerek oluşan birikimle ortaya konulmuştur.

Günümüzde Türk-İslam medeniyetine mensup genel aile yapısında bir çözülme görülmesine rağmen burada konu ile ilgili olarak özellikle üniversite eğitimi almış ailelerin bu noktada önemli bir konumu bulunmaktadır. Söz konusu edilen bu aileler, gençliklerinde üniversitelerde Fulbright eğitim metodolojisi tesiriyle pozitivist eğitim alarak, günümüzün; milliyetçi, mukaddesatçı, müslüman anne ve babaları, bu eksende eğitilmiş kitleleri oluşturmuşlardır.  Bu kesimin önemli bir kısmıda; Pozitivist, yani; salt akılcı, “gördüğün vardır görmediğin yokturcu” düşünce anlayışına göre bilgi üretmeye sahip olan  felsefi akıma göre, liberal-kapitalist değerlerin hakim kültürlenmesinin ürettiği bilgiye göre; bir kısım üniversite mezunu, doktoralı, akademik eğitimli, aydın, yazar, düşünce adamları, girişimci…vs.lerden oluşan  İslam burjuvasi kitlesini meydana getirmişlerdir.   Ayrıca bu kesimler bir yandan da “İslam-liberalizm-kapitalizm” etkileşimine dayalı yeni oluşmuş İslam’i elitist sosyal grup çevrelerini meydana getirmişlerdir.

Bir de yine bu çevreler içerisinde “önceleri mücahitken sonraları müteahhit olan” şeklinde anlamlandırılan tevhidi özgün İslami kültürel değerlerine karşı derin bir çözülmeyi yaşayan kesim bulunmaktadır. Buna göre de liberal-kapitalizm içinden hayata, dünyaya, sermaye bakan fakat buna birazda İslami motifleri serpiştiren ve böylece yeni karma (mix) düşünceyi, özgün İslami hayat yaşantısı sanısına sahip bir kesim oluşmuştur. Böylece söz konusu edilen içten oluşturucu kesimin bu iki alt grubun oluşturduğu yeni İslami sosyolojik çevreler, içinde bulundukları sekülerleştirilmiş İslami sosyolojik dünyanın oluşturduğu zihinsel etkisi ile kendi evlatlarına, gençlerine sahip çıkmada yeterli olamamaktadır. Çünkü bırakın liberal pozitivist Batı’cı değerlere inanmış aileleri, Türk-İslam medeniyetinin yerli ve milli kültürüne göre yetişmiş ailelerin kendi evlerinde, liberal değerlere ve kapitalist zihniyet ölçülerine göre dini algılayış, artık ağırlıklı olarak hâkim olmuştur/olmaktadır. Bu aileler maddi dünyayı İslam’ın özüne uygun bir çerçeveye; biraz pozitivist algı, biraz liberal kavrayış, biraz kapitalist akılın zihniyet etkilerini kendilerince sentezleyen bir bakışla yeni bir yaşam biçimi türünü geliştirdikleri görülmektedir. Çünkü özellikle son yüzyılda Türk-İslam medeniyet değerlerine sahip kitlelerin; ilk defa 1985’lerde Anadolu Kobi’leri ile başlayan bir gelişme sürecine girmiş oldukları görülür. Buna ilaveten ağırlıklı olarak 1985-1995 aralığında Türk-İslam medeniyet değerlerine sahip milli ve manevi kimlikli yerli ve milli insanımızın; devletle, sermaye ile, üst düzey bürokrasiye tayininin gerçekleştiği görülür. Ayrıca  19 Kasım 1974’de ÖSYM’nin kurulması ile  merkezi ÖSYM sınav sistemi  vasıtasıyla, Müslüman Anadolu insanın adeta en alt gelir ve statü grubundan; mühendisliğe, doktorluğa, akademisyenlik…vb  gibi mesleklere sıçramasının imkanına kavuşmasını sağlamıştır. Buna göre ÖSYM sınav sistemi, Müslüman Anadolu insanın eğitim yoluyla dikey sosyolojik yükselişini oluşturmuştur. Bu durumda 1974’den sonra Müslüman Anadolu insanın, yüksek eğitimli kimliğinde yoğunlaşma sağlayarak; devlette, düşünce hayatında, çeşitli stratejik mesleklerde uzmanlaşmasına imkân sağlamıştır. Fakat 28 Şubat süreci, bu kesimin gelişmesine, kendi özgün dünya ilkelerince bir ayar vermiştir. Ama ikinci evre olarak özellikle son 20 yıllık süreçte, bu Müslüman Türk değerlerine sahip aile yapısı/kitlesi, jakoben ideolojik devlet aygıtının hermonotik tutumundan uzak, devlet ile içiçe yeni bir tecrübe yaşama sürecine girmiştir. Bu yeni oluşan durumda bu kitle, özellikle son yüzyılda hiç böylesi bir tecrübeye sahip olmayan yapısıyla, doğrudan liberal dünyacılık üzerinden İslam’ı ele alan bir yaşantı içine düşüvermiştir. Özelde bu tür Müslüman ailelerin gelenekten gelen aile yapılarının üzerine yani evlerinde ağırlıklı olarak; maddi dünyayı hayatının merkezine alan bir anlayışın hakim olduğu görülmeye başlanmıştır. Böylece;  tüketim kültürü, ev, araba, tatil, marka eşyaya sahip olma, marka kıyafet, marka gözlük, marka ayakkabı kullanma, statüko belirten marka restaurantların müdavimliği …vs gibi gösteriş kültürü ve lüks hayata yöneliş arzu ve isteğinin  bu insan kitlesinin üzerinde artık etkin olduğu gözlenir olmuştur. Tüm bu lüks algısını meşrulaştırılmasının içeren konuların, İslam algısı içine yerleştirilmiş bir tonda, konuşmalara, ifadelere, davranışlara yansımış olduğu belirtilebilir. Bu yeni sosyolojik gelişmeler çerçevesinde hane içi ilişkilerde, söz konusu edilen bu konuların/unsurların gündelik hayatı yaşamada bir değer olarak yer edindirilmesinin sosyo-psikolojik etkileri, genç insanımıza olumsuz kültürlenme olarak geri dönmekte olduğu ifade edilebilir. Genç insanımıza bu yönde etki etmektedir. Bu yeni kültürlenmenin, genç kişide şuur altı eğitimine bağlı olarak;  sekülerleşme, nefsani zevk hırsı, ihtiras, lüks tüketim kültürünün cazipleştirilmesi, dünyevileşme, ahiretsiz bir dünya hayatının geçerli oluşuna inanma, dini ve milli değerlerden uzaklaşma, kulluk bilincinin yozlaşması gibi duyguları öne çıkarmış olduğu söylenebilir. Buna göre de “Genç” insanımız, esasında yerli ve millilik içindeki bir yapıda/ailede bulunmasına rağmen, aile içinde konuşulan dünyevileştirici konuların hâkim olması ve bu ailelerin gündelik yaşantılarında ortaya konulan liberal içerikli yaşam tercihi, gencin sekülerleşmeye yönelmesine yol açmaktadır. Bu duruma bağlı olarak da; bazı sosyal medya mecraları, internet ve onun karanlık adresleri, sokaklarında dolaşma rutini, bir kısım deist, agnostik ve ateistik dünya görüşüne sahip youtubercı rehberlerin,  negatif bakışlı yol göstericilikleri gibi unsurların, genç insan üzerinde olumsuz kültürlenme olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu noktada genç insanımız bu etkilere bağlı olarak, deisitliğin içine düşmeye hazır hale gelebilmektedir. Böylece ailede dini ve milli eğitimin içerikli kültürlendirme zaafının getirdiği boş levha haline getirilmiş genç,  bu boş levhayı, sosyal medya etkisi ile doldurur olmuştur. Buna göre geleceğimiz olan genç insanımız, artık istenmeyen bir gönül ve zihin kaymasına yönelmiştir.  Zaten resmi eğitim yoluyla ve ilk madde de saydığımız dıştan oluşturucu sebepleri olarak ifade ettiğimiz “sistemsel etki unsuru”nun sürekli cari olmasına ilaveten bir de üstüne üstlük; gencin evinde aile çatısı altında gelişen çözülmeci bir kültür dalgası,  aile unsurları arasında bu gençe dini ve milli kültür naklini geliştirici sohbetlerin azalması, yani; din, tarih ve dil şuurların tabi yolla gence aktarılma zafiyetini oluşması, yoğun cep telefonu, internet kullanımı, pagan içerikli sosyal medya mecralarının yoğun kullanımı, negatif kültürlendirici youtuberlerın hayat görüşünün genç üzerinde tek taraflı materyalistleştirici bir etkiyi oluşturmaktadır. Tüm bunlara ilaveten birde hane içinde herkesin kendi odasına çekilerek egosantrik oda sistemine dayalı yeni ev hayatının gelişmesi ortaya çıkmıştır. Bu yeni aile biçiminin oluşması sonucu  “yalnızlaşmacı  egoistik” anlayışın, gencin kültür dünyasına sanki onun hakkıymış gibi egoistik duygunun gelişmesine etki etmesi…vb  gibi durumlar, aslında gencimizin deistik kültürlenmeye yönelmesini ortaya çıkaran   gözle görülür ve görünmeyen unsurlar olarak anlamak gerekmektedir.

İşte bu unsurların sessiz sedasız normal rutin hayat içinde cereyan etmesinin toplam etkisi, tüm bu unsurların içinde bulunan gençliğimizin, deizme yönelmesine yol açabilen oldukça önemli faktörler olduğu söylenebilir. Genç insanımızın deizme, agnostizme yönelmesinde bu etkenlerin onun üzerinde etkili olduğunun gözden kaçırılmaması gerekmektedir. Buna göre günümüzde önemli ölçüde Türk-İslam geleneği temsil eden aile kesiminin İslam’i burjuvacı, İslami elitistci yeni kimliğinin davranışlarına yansıması sonucu, genç insanımızda;

– İmanın insan ruhuna verdiği lezzetten habersiz yetişmesine,

-İslam’ın kardeşlik ve dayanışma içeren yüksek sosyalleşme duygularına,

– Kul olma idrakine,

-Milli ve manevi şuur taşımadaki idrak zaafına,

-Tekasür Suresi 8. ayeti ekseninde “Verilen bütün nimetlerden hesaba çekileceksiniz”   ilahi beyanı çerçevesinde, yaşanılan dünya hayatının ahirette çok ciddi bir hesabının ferdi olarak verileceğinin duyarlı idrakinden mahrum bırakılmasına yol açabilmektedir.

Gerçek İslam’da;  ne İslami Burjuvazi ne de İslami elitislik kavramlarının bulunmamasına rağmen günümüz Müslüman aile yapısının pek çoğu; evladını, gencini,  iman ve itikat boşluğuna yukarıda bir kısmı belirtilen sebeplerden dolayı bir anlamda kendi eliyle farkında olmadan itmiş olduğu ortaya çıkmaktadır. Buna göre de deizme yönelen bir Müslüman ailenin çocuğu, bu ailelerin İslami idraklerindeki yozlaşmaları neticesinde, sosyolojik anlamda böyle bir sonucun oluşmasına dolaylı bir katkı vermiş oldukları ifade edilebilir.  Bu noktada Türk-İslam medeniyetin sorumlu aile anlayışına göre ebeveynlerin, öncelikle kendilerinin yaşama tarzı kültürlerini gözden samimi olarak geçirmelerinin gereği bulunmaktadır. Bu mevcut olumsuz duruma karşı söz konusu ailenin, kendi özüne dönük sorgulamalar yapmalarına çok ciddi ihtiyaç duyulmaktadır. Çünkü birinci derece nesillerinin inşasında bu ailenin, derin bir sorumluluğu bulunmaktadır.

Deizm Nedir? “Deizm-Gençlik” İlişkisinin Modern Pagan Gençliği, Modern Pagan İnsanı ve Modern Pagan Bir Toplumu İnşasındaki Rolü

Bir toplumda, “Din şuuru, Dil şuuru ve Tarih şuuru”nun toplam etkileşimi bağlamında  “gençlik-toplum- gelecek” ilişkisi ideal anlamda kurulur. Bu noktada gençliği olumsuz yönde etkileyen etkenleri öncelikle bilmek, bunları ortaya çıkarmak gerekir. Böylesi milli gençliği tüketen bir sorunun üstüne, önce aile hassasiyeti ve sonrasında da  “devlet aklı- devletin milli kültür ve milli eğitim politikaları”nın eşgüdümünde geliştirilen bütüncül bakışla, kararlı bir şekilde konun üzerine gitmek gerekir.

Buna göre Türk milli gençliğini günümüzdeki en önemli kültür ve kimlik sorunu olan deizme kaçış meselesi nasıl çözümlenebilir? Bu konuya çözüm üretebilmek için öncelikle deizimi bilmek gerekir. O halde deizmi nedir sorusu ile Türk gençliğin içinde bulunduğu fesat ve kültürel sapma sürecinin tetikleyici kavramının olumsuzluğunu ortaya çıkaralım.

Türkiye’de yapılan araştırmalara göre  “ sosyal medya” kullanım oranı yaklaşık son on yıl içinde iki kat artarak, yüzde 75’ lere geldiği belirtilmektedir. Bu durum gençliğimizin sosyal medya mecralarından kültürlenmesine ve o mecradaki sunumlara göre kimliklenmesini geliştirdiği gerçeğini, çok bariz bir şekilde ortaya koymaktadır. Bu noktada; popüler söylem içeren, seküler kültür bakışlı, pagan temalı düşünceden hareket eden, ona göre söz söyleyen, gençliğe yol gösterici rehberler olan bir kısım youtuber’ların da, bu durumun oluşmasında da oldukça etkisi bulunmaktadır. Çünkü her şey, bir eğiticinin o alanda sözle/kelamla eğitim vermesi ile o alandaki kültürlenme gerçekleşir. Birde bu sosyal medya mecralarında, gençliğimizin yaklaşık %75’inin günde yaklaşık 8-10 saat arası bir mesai harcadıklarını da düşündüğümüzde; yabancı kültürlerin, inançların, akıl inşalarının, din değiştirmelerinin ne kadar bu gençlik üzerinde etkili olduğu kendiliğinden ortaya çıkmaktadır.

Deizm ; Yani “Yaradancılık”Salt/sadece akıl ve gözlem yoluyla  Tanrı’ya olan inancı esas alan bir felsefi görüştür. Temelde Deizm; vahiy içerikli tüm dinleri reddeden bir anlayışa sahiptir. Deizm, vahyi reddettiğinden dolayıdır ki dini bilgiye, insanın ancak salt aklı ile ulaşılabileceğini savunur. Bundan dolayıdır ki deizm; peygamberi, meleği, kutsal kitaplar, sevap, cennet, cehennem, ahiret ve kader gibi kavramları reddeder. Böylece deistik inançta, bu ifade edilen kavramlar yer almazlar.  Buna karşın Deizm ve deistler; Evreni yaratan, onun işleyişi için doğa kanunlarını koyan, ayrıca insanlara akıl veren bir Tanrı’ya duyulan inancı sadece  benimserler. Buna göre de Deizm’de ihtiyaç duyulan tek şey; sağduyulu olmak ve herşeyi akıl süzgecinden geçirmektir.

Deizm 17.Yüzyıl Batı Avrupa’nın İngiltere’sinde Hristiyan inancının metafizik açıklamasının sorunlu olmasına bağlı olarak Tanrı‘ya inanan ama kutsal metinlerin sorunlu olduğu görüşünde hareketle, Hristiyanlığın içinden çıkan din adamlarınca Hristiyan metinlerin sorunlu olması üzerine geliştirilmiş bir anlayıştır. Deizmin tarihsel kökenlerine inildiğinde Aristo’ya gitmek gerekir. Çünkü Aristo bir “ilk hareket ettirici Tanrı” kavramını kullanır. Ancak bu Tanrı, bundan sonrasında; dünyaya karışmayan, dünyadaki küçük işlerle uğraşmayan, tembel bir tanrı kimliğe bürünür. Bu yönüyle Aristo tarihdeki ilk meşhur deistlerdendir. Yine 12 adet olan Yunan tanrıları; Zeus, Poseidon, Hermes, Ares, Artemis,..vb gibi Tanrılar,  akılcılık üzerinden Tanrı tiplerini oluşturmuşlardır. Bu durum ise elbetteki akılcılık üzerinden bir tanrıputu üretme geleneğini ifade etmekteydi. Yani deistik tanrı inancının kökleri, buralardan gelerek modern Batı bilgisini içine zerk edilmektedir. Bu yönüyle deizm, materyalist düşünce temalı pagan bir anlayıştır.

İslam’ın deizme bakışına baktığımızda deizmi, bir küfür hareketi olarak belirtmektir. Çünkü deizim anlayışı, İslam’ın; peygamber kimliğini, ahiret hayatını, Kur’an’ın hükümlerini, yani vahiyi reddetmektedir. Buna göre de İslam’a göre deizm, yukarıda sayılmış nedenlerden ötürü onu bir küfür hareketi olarak belirtmiş olduğunun bilinmesi gerekmektedir. Deizm, insanın aklını sadece materyalist eksende kullanılmaya mecbur etmektedir. Bu mecbur ediş ile de deizim, İslam’da insan, kendi aklının vahyin emrine girmişliklik içinde, bütüncül bir kainat kavrayışa sahip olduğunu anlamaktan oldukça uzak, dar bir görüşlülük içinde kalmaktadır. Buna göre deizm, İnsanı bu noktada  “akıl +kalp” bütüncüllüğünden(tevhidi) değil de, “salt akıl”(matertayilistik) üzerinden bir tanrı anlayışına yönelmektedir. Deizmin bu Tanrı kavrayışını da  onu sorunlu hale getiren bir başka noktadır. Dolayısıyla deizm, insan aklının adeta cinnet geçirdiği bir anlayışı, bünyesinde savunan bir paganizmdir. Buna göre deistik tanrı, bir “put”dur.

Bu konuda İslam’ın ilahi beyanı olan Kur’an-ı Kerim’de ;

“İnsan, kendisinin başıboş bırakılacağınımı sanır”(Kıyamet Suresi 36. Ayet),

“ Bizim sizi boş yere, abes/bir oyun ve eğlence olarak yarattığımızı ve sizin bize döndürülüp getirilmeyeceğinizi mi sandınız? “ (El-Mü’minun Suresi 115. Ayet)

Bu ayetlerin işari manasına göre Allah, insanı en üstün varlık olarak yaratmış, ona sorumluluk yüklemiştir. İnsan kendisine verilen üstün nitelikler ve “irade” unsuru ile bu sorumlulukları yerine getirmekle mükelleftir. Bu “irade” kullanımı sadece insana verilmiştir. İnsanın ahiretteki sorumluluğunda zaten bu özelliğinde kaynaklanmaktadır. İnsanın bu vazifesini Cenab-ı Hak ilahi kitabında “emirler ve yasaklar” şeklinde ortaya koyarak, ölçüyü belirlemiştir. Yüce Allah yarattığı üstün yaratılışlı insanın dünya hayatındaki sorumluluğuna dikkat çekerek, vermiş olduğu irade kullanım özgürlüğünden dolayı ona, ahiret sorgusunu hatırlatmaktadır. Bu durumu, yani; “insan-akıl ve sorumluluk“ etkileşimini bir örnekle açıklayalım:

Bugün günümüzde üniversitede okumakta olan gençlerin, mezun olabilmeleri için üniversite kurumu açısından; ders takibi, derslere girme, ders çalışma,  sınavlara girme gibi emirler/sorumluluk getiren faaliyetlere tabi kılınılmaktalar. Tüm gençlerde; mezun olup mesleki çalışmalarını yapabilmek ve gelir elde edebilmek için lisans eğitiminde, üniversite kurumunun bu yöndeki emirlerine ve yasaklarına uymanın gerekli olduğuna akıl yoluyla karar vermektedirler. Yani bu durumu çok akılcı bulmaktadırlar. Aksi takdirde üniversite, onları mezun edemeyecektir. Çünkü öğrenciler, üniversitenin emirlere yönelik sorumluluklarını yerine getirmemiştirler. Söz konusu gençlerin Müsbet Akıl anlayışı ise mezun olmanın gerçekleşmesi için uyulması gereken emirler ve yasaklar vardır demektedir. Emirler; derse girmek, ders çalışmak, sınavlara girmenin gerekliliği gibi eylemlerdir. Yasaklar ise; tembellik, kopya çekmeme …vs gibi unsurlardır.

Bir gencin üniversiten mezunu olabilme vasfını kazanabilmesi için müspet akıl, bu “emir ve yasaklara” her öğrencinin uyarak ancak mezun olabileceğini ifade eder. Genç de bu emir ve yasaklara uyarak mezuniyetinin ancak bu yolla mümkün olduğunu kabul ederek, bu uygulamaya akıl bir teslimiyetle tabi olur.

İnsan,  “akıl-irade kullanımı”  yeteneği çerçevesinde üstün niteliklerle yaratılmış bir canlıdır. Oysa içgüdüleri ile davranan sürüngenler, bataklıkta yaşayan ve leş yiyerek gıdalanan canlılara göre dünyada en üstün yaratılmış varlık olan insan, en temiz şeyleri tüketip, akıl ve irade sahip olması ile bu üstünlüğünün getirmiş olduğu bir sorumluluğu yok mudur acaba ? Bu soruyu kendisine çok ciddi bir biçimde sorması gerekmez midir? Bir üniversiteyi bitirmek için müspet akıl; o üniversitenin kurallarına uymayı meşru görürken, bu kadar nimet ve imkân verilen insanın kendisinin başıboş bırakılacağını düşünmede neden aynı aklı kullanmayarak deizme kayabiliyor. Çünkü sürüngen canlısına verilmeyen imkânların, insana verilmesinin nimetinin ahirette bu insana sorulmasının onun sorgulamasının zorunluğu olabileceği konusu düşünecek bir müspet akılı, deizme düşmüş kişi, acaba burada neden kullanmıyor? Dünyada hayatı için bir gelir elde etme için üniversitenin emir ve yasaklarına uymayı kabul eden deist akıl, (ki bunu da deist insan çok akılcı bulmaktadır)kendisini diğer canlılardan üstün yaratan Allah’ın emir ve yasaklarına tabi olunmasına gerekli olduğuna yönelik bir aklı bu noktada neden kullanmıyor? Deizim, deist insanına bu aklı neden kullandırtmıyor? Kendi dar ve pagan içeriklileştirilmiş aklına, insanını mahkûm ettiriyor. Buna göre sorunun, deizmin aklı kullanma biçiminde olduğu çok açık bir biçimde ortaya çıkmaktadır. İnsan neden bu iki durum için mukayesesi için, müspet aklını neden kullanamaz hale gelmiştir? İnsan bu noktada neden aklını yerinde kullanamayarak, deizme kayıyor ki?

Cenab-ı Hak biz kullarına ; …Akletmez misiniz( Bakara 44) ve

“…Hiç düşünmez misiniz” (El-Enam 50),

şeklinde “akıl” ve “düşünce”ye yönelik hatırlatıcı mahiyette sorular sorarak, onları yerli yerinde unsurları kullanmamızı istemektedir, ikaz etmektedir. O halde akıl; en az iki durum hakkında, iki şey hakkında muhakeme yapmayı içermektedir. İnsan, aklını, sonsuz hayatı için gerekli olan ilahi emir ve yasakları dinlemede kullanmayarak, karşı tarafa sürüklenerek, deistliğin, ateizmin ve agnostizmin içine düşmektedir. Bu nokta insan; dünya başarısı için kullandığı aklı, aklın muhakeme gücünü burada kullanmaması bir kusurdur, eksikliktir, yanlışlıktır.

Verilen örnekten hareketle görülüyor ki Deist insan, “akıl” diyor ama aklı kullanmasını bilmeyen bir kör cehalete saplanmışlığın içine düşmüştür.

Sonuç Olarak “Yeni  Milli Aklın İnşası” İçin;

Türk-İslam milli ve manevi kültürüne karşı “olumsuz içeriklerin” boca edildiği “sosyal medya ağı”nın öne çıkardığı; deizm, agnostizm, ateizim ve “Türk deizmi olan tengiricilik”  gibi sapma düşüncelerin, gençliğimizi “düşünce” kaosunun içine sokmuştur. Türk gençlerinde son dönemde; deizme, agnostizme, ateizme ve tengiriciliğe nisbi bağlamda önemli bir kayış görülmeye başlanmıştır. Buna göre söz konusu bu durum, gençliğimiz açısından bir kanayan yara haline gelmek üzeredir. Gençliğimiz gözlerimizin önünde en başta “olumsuz içerikli sosyal medya” vasıtasıyla milli ve manevi değerlerimizden hızla uzaklaşan, tek taraflı bir bilgi ile derin bir “inanç kayması” içine itilmektedir.   Türkiye’nin gelinen bu olumsuz noktada,  kültürel ve kurumsal bir mücadele ortaya koyması hem önemli ve hem de çok gereklidir. Deizm, agnostizm, ateizm ve tengiricilik gibi  paganist düşüncelerin, Türk gençliğini zehirlemesinin giderilmesine yönelik mücadeleyi de yasaklardan daha ziyade; ilmi yöntemlerle, özüne uygun milli kültür politikaları, milli eğitim politikaları ve “İslam dini ile ilmin” barıştığı bir zemin üzerinde geliştirilip, bu araçların aktive edilmesi ve bu konuda kararlı devlet politikası tutumu ile sağlanabileceği üzerinde kararlı durmak gerekmektedir.

Ailelerin de önce kendilerini ve ardından genç evlatlarına derin ruhani alan açmaları gereklidir. Bir kısım pagan görüşlerin gençler tarafında kabul edilmesine rehberlik, öncülük eden bazı youtuberların insafına onların yol gösterici rehberliğine, gençler bırakılmamalıdır.

Milli Eğitim sisteminin bir an önce Fulbright zihniyetinin öncü olduğu pozitivist eğitim anlayışının ürettiği materyalist akıl inşa eğitiminden çıkılması ve bunun yerine milli ve manevi kültür kodları ile oluşmuş eğitimci zihniyetlerin hazırladığı müfredatlarla, milli eğitimin yapısı, milli düşünce anlayışının yapısını, milli aklın inşasını yeniden düzenlenmesi elzemdir. Bu gelişmeler ekseninde Milli ve manevi bütüncüllüğe yönelik “Yeni Milli Akıl”ın üretilmesi acilen gerekmektedir.  Gençliğinde bu yeni milli akıl inşasına göre yetiştirilerek, bu noktadaki meşru enerjisini, milli ve manevi kültür kimliklendirilmesinin gerçekleşebileceği alanlara kanalize edilmesi, bir ictimai ihtiyaçtır. Aksi takdirde toplumda şu an bile gelinen deist ve agnostik anlayışın pençesine düşmüş genç neslimizin bu kültürlenme ile Türkiye’nin gelecek 25-30 yıl sonraki yöneticileri, aydınları, yazar-çizer kitlesini oluşturacağından, o duruma getirilmiş bir Türkiye’nin yapısı, oldukça düşündürücü olabilecektir. Bu nokta son 15 yılda yapılan milli sanayi hamlelerinin etkisiyle yakalanan özgüven geliştirici kimliğin,  sosyal ilimler sahasında da oluşturulması gereklilik taşımaktadır. Milli özgün sosyal ilimler inşası ile insanımızın aklının yeniden milli ve manevi karakterli bir şekilde üretilmesine acilen yönelmelidir.